Yükselir açıklamasında Star Grubu'nun patronu Ethem Sancak'la çok iyi tanışdığına yer vermiş ve Sancar'a yolun "Hz. Ali'nin evlatlarına zulmeden Yezid'in yoludur" diye yazmış.

İşte Sabah gazetesi ile yolları ayrılan Sevilay Yükselir'in o açıklaması:


7 yıla yakın bir zamandır köşe yazarı olduğum SABAH Gazetesi’nin şahsımla ilgili aldığı yol ayrımı kararına gösterilen ilgi bu bilgilendirmeyi zorunlu kıldı. Evet Sabah Gazetesi ve aynı grup içerisinde yer alan aHaber televizyonu 7 Haziran seçimleri sürecinde HDP’yle ilgili almış olduğum tavır nedeniyle benimle yollarını ayırma kararı aldı. Bunun niçin böyle olduğunu ve neden bu noktaya gelindiği az sonra uzun uzun anlatacağım ama ondan önce bir noktaya dikkat çekmek istiyorum...

Öncelikle gazetenin verdiği kararın hemen sonrası gelen röportaj ve canlı yayın tekliflerine olumsuz cevap verdiğim için tüm meslektaşlarımdan özür diliyor ve beni anlayışla karşılamalarını rica ediyorum. Hiç kimse benden onca yıl emek verdiğim Sabah Gazetesi ve bağlı olduğu Turkuvaz Medya Grubu ile ilgili olumsuz bir cümle kurmamı beklemesin. Çünkü yıllarca ekmek yediğim bir müessese hakkında bu tür bir yaklaşım ne benim ailemden aldığım terbiye ile örtüşür ne de karakterimle...

Bu arada şunun da net bir biçimde bilinmesini istiyorum. SABAH üst düzey yönetiminin benimle yola devam etmeme kararının tek nedeni HDP'yle ilgili almış olduğum tavırdır. Başka hiçbir sebep yoktur ve şahsıma ölümüne düşmanlık besleyen Paralel Örgüt ve maşalarının beni itibarsızlaştırmak adına yaptıkları haberlerinin de tamamı iftira ve yalandır. Zaten Turkuvaz Medya Grubu da bunun böyle olduğunu ifade eden açıklamayı kamuoyuna yaptı.

İşin özüne gelirsek...

Ne yazık ki, Türkiye’nin kamplaşması ilk olarak söze ve kaleme vuruyor. Yaptığım tüm TV programlarında ve yazdığım tüm yazılarda vicdana sadık kalmaya çalışmamın beni taraftar yapmayacağını partili bir yayın grubuna anlatmam çok zor işti. Demokratik ve özgür toplumun önündeki engellere karşı itirazlarımızda yollarımızın kesişmesi, savunularımızın ayrışması noktasında maalesef birlikteliğimizi sürdürmeye yetmedi…

Peki bu sonucu bekliyor muydum?

Elbette ki hayır! Doğrusu şu ki şaşırtıcı buldum bu sonucu. Çünkü ben, 'HDP barajı geçmemeli' başlığı altında oluşturulan sloganın altına imza atmak için birbiriyle yarışan ve yazdıkları, çizdikleri ile fena halde duvara toslayıp AK Parti'ye büyük zarar veren o şakşakçı koronun bir üyesi değildim. Ne tespitlerim yanlıştı, ne de vicdanım yanılmıştı. Sonuçta sandıklar açıldığında ortaya çıkan tablo benim ne kadar doğru bir duruş sergilediğimi ve ne kadar gerçekçi ve sağlam tespitler yaptığımı ispat etmişti.

O halde niye kovuldum?

Çünkü, Twitter ve Facebook profillerinde kiminin Rabia, kimininse Erdoğan resimlerinin olduğu AK partili bazı destekçilerine ve trollerine göre ben bir vatan hainiydim. HDP'nin barajı geçmesinin Türkiye'nin geleceği, demokrasisini gelişmesi ve çözüm sürecinin sağlam bir şekilde devamı için çok daha sağlıklı olduğu tezini savunmam ve yanlış bulduğum için 'HDP barajı geçmemeli' politikasının altına o şakşakçı koroya dahil olup imza atmamam onların gözünde beni batan gemiyi terk eden fare yapmıştı!.

Peki ben bir hain miyim? Ya da gemi su almaya başlamıştı da ben uyanıklık yapıp bir kaçış yolu mu aradım fareler gibi?

Cevabım net olarak şu; Eğer bu topraklarda yıllar yılı akan kardeş kanı dursun, ülkeme barış ve huzur hakim olsun diye bu iktidar tarafından 2007 yılında başlatılan demokratik açılıma bağlılığımdan geri adı atmamak... Onların bindirdiği barış gemisinden inatla inmemek ve onların geçmişte ürettikleri o demokratik, barışçıl ve hümanist politikalara sadık kalıp o yoldan dönmemek vatan hainliği ise evet ben o'yum!

Değerli okurlarım... Şunun altını önemle çizmek istiyorum. HDP'yle ilgili almış olduğum tavır sadece ve sadece bir gazetecilik tavrıdır. Unutulmamalı ki gazetecilik vicdan işidir. Ve doğru analiz yapabilmektir. Yıllardır Güneydoğu Halkıyla birlikte olan ve o insanların neyi nasıl gördüğünü ve Erdoğan'la ilgili, onun partisiyle ilgili neler hissettiklerini ve düşündüklerini iyi bilen bir gazeteci olarak yapmam gerekeni yaptım ben. "Kobane düştü düşecek!"le başlayan kırılmanın Balıkesir Mitingi'nde ;"Kürt Sorunu yoktur" söylemiyle tamamlandığını ve ciddi bir kopuşun başladığını çok net gördüm. Bölgeye her gittiğimde şahit olduğum Kürt Halkı'nın Erdoğan'a olan sempatisinin neredeyse yok olduğunu ve oy versin vermesin...Kürtlerin tamamının Erdoğan'a olan zımni gönül bağının Balıkesir mitingi ile birlikte bittiğini hissettim. Uyarmaya çalıştım gerek yazılarımda, gerekse ikili sohbetlerimde ya da katıldığım toplantılarda ama anlatamadım! Bir akıl tutulması yaşanıyordu bulunduğum cenahta ve dost olan Kürtler ve iktidar partisi arasında yaşanan büyük bir kopuş vardı ancak ben bunu gösteremiyordum. Gösteremiyordum çünkü bir koro vardı bunun görülmesini engelleyen...Hep birlikte aynı şarkıyı çalıp aynı dansı eden...

İzlenen politikanın yanlışlığı, gerek meydanlarda, gerekse basın açıklamalarında kullanılan incitici dilin getirdiği sonuçlar ortada. Çok üzgünüm ama bir türlü; "Bunlar zerdüştür oy vermeyin! Bunlar bölücü ve teröristtir yanınıza yaklaştırmayın" tarzı konuşmaların AK Parti'ye oy veren dindar Kürtlerin dahil kalbini acıttığını ifade edemedim. Akıl almaz bir şekilde eski Türkiye jargonu kullanılıyordu meydanlarda ve şakşakçı koronun kalemlerinde ve kimse buna dur demiyordu. Sonlara doğru yaklaşıldığında ise iş iyice çığrından çıkmıştı artık. Seçime 2 gün kala Diyarbakır'da bir bomba patlatılmış ve 2 insan ölmüş ve 350'den fazla insan yaralanmış ve iktidar yanlısı medya bunu görmezden gelmişti. O arada sık sık bölge insanlarıyla telefon görüşmeleri yapıyor ve daha düne kadar dost saydıkları iktidar medyası ve kalemlerinin kendilerini böylesine yalnız bırakmalarından ve eski Türkiye jargonu ile saldırmalarından duydukları öfkeyi ve kızgınlığı üzüntüyle dinliyordum. Ben HDP'li değilim ama 'daha düne kadar bölgeye gidip oradan duygu dolu yazılar kaleme alan ancak sırf iktidar yeniden tek başına iktidar olmalı saikiyle kalemlerinden kötülük akıtan o şakşakçı takımının da bir üyesi değilim. Yanlışa yanlış demek ve doğruyu işaret etmek benim birincil görevimdi ve benim açımdan bedeli ağır da olsa bunu yaptım... Ve gelinen noktada da hiç pişman değilim bu sergilediğim tavırdan. Aksine çok mutluyum. Çünkü aksi bir tablo bizi çok üzerdi. Aylarca iktidar yanlısı medyanın haksız yayınları nedeniyle öfke dolan ve kendine güvenini yitiren bölge insanın oy verdikleri, destekledikleri HDP'nin barajı geçmemesi durumunda ortaya çıkacak tablo bizi kahrederdi. "Barajı geçmesin" politikası 'Bize barajı geçirtmediler' psikolojisinin yaşanmasına neden olur ve Türkiye 7 Haziran gecesi korkunç olaylara sahne olurdu.

Sözün özü; Benim bir vicdanım var ve onu ne pahasına olursa olsun sızlatacak hiç birşeye izin vermem! Gazetecilik hayatım boyunca muhakkak haksızlık yaptığım birileri olmuştur. Ancak şunun bilinmesini isterim ki eğer bir haksızlığım olmuşsa da bu asla kasten ve bilerek olmamıştır. Vicdanımın; ‘dur bir dakika dediği yerde’ hep durdum!. Bugün bu noktaya gelmiş olmamı garipseyen çok insan var. Ve bana;”Ne oldu? Davanı neden sattın?” diye soran. Sabah’ta ki son yazımda aslında belirtmiştim ama burdan birkez daha belirtmek istiyorum.

Benim davam; Kim olursa olsun… Hangi ideolojiden veya hangi partiden siyaset yaparsa yapsın… Bu topraklarda akan kardeş kanının önüne geçmek için çabalayan insanlara kol kanat germektir. Son 7 yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve 13 yıl boyunca tek başına iktidar olmuş partisinin yanında durmamın en temel sebebi de buydu. Ben bunun için yanlarındaydım. O nedenle kovulmamla ilgili sürecin iyi değerlendirilmesini istiyorum. Sabah Gazetesi’nin benimle çalışmama tercihlerine saygım sonsuz ama bunun büyük bir haksızlık olduğunun da altını çizmek istiyorum. Çünkü benim bugün vicdani bu duruşu sergilememin en önemli nedeni geçmişte kendilerinin izlemiş olduğu o olağanüstü demokratik politikalara olan bağlılığımdır. Onlar bana sevdirdi Çözüm Sürecini. Onlar beni umutlandırdı bu topraklarda illaki barış olacağına. Ben çözüme destek için bugün beni kovanlar tarafından yola düşürüldüm defalarca. 2013 Nevroz’un da devletin eliyle ulaştırılan Öcalan’ın mektubu okunurken Diyarbakır’da olmamı ve o mektubun karşılık bulması için kalemimi var gücümle kullanmamı arzulayanlar bugün beni kovanlardı. Son süreçte HDP çatısı altında meclise girdiği için terörist, bölücü şeklinde yaftalanan bir Leyla Zana, bir Sırrı Sakık ile gurur duyduğum o fotoğrafları çektirmeme vesile olanlar bugün beni kovanlardı!

Şimdi bu noktada birşeyin daha altını önemle çizmek istiyorum. Bu bir uyarı. Lütfen kimse beni bundan sonra ölümüne AK Parti düşmanlığı yapacak ya da HDP’ye yoldaş olacak biri olarak görmesin! Asla böyle olmayacak! Herkes bilmeli ki; Ben bir gazeteciyim ve vicdanım neyi emrederse oradan yana tavır koymayı tercih ederim. Seçim süreci boyunca, büyük ama çok büyük haksızlıklarla karşı karşıya kaldığına inandığım için tavrımı HDP’den yana kullandım ama yarın onların vicdanımı sızlatacak herhangi bir politik duruşu olursa da vicdanımın sesini dinleyeceğimden hiç kimsenin şüphesi olmasın!

Sadede gelirsek…

Her şer’de bir hayır vardır… 7 yıla yakın bir zaman severek, büyük bir heyecanla ve azimle görev yaptığım Sabah’tan kovulmuş olmaktan dolayı elbette üzgünüm. Keşke sonuç bu olmasaydı ancak oldu. Olanla ölene çare yok demiş atalarımız. Fakat bu arada bu yaşadığım sonuç benim bazı gerçekleri görmeme de bi şekilde vesile oldu. HDP’yle ilgili tavrımın AK parti tabanında olumlu karşılık bulmasını elbette beklemiyordum ancak bu kadar çirkin bir reaksiyonla karşı karşıya kalacağımı da tahmin etmiyordum. Edilen küfür ve hakaretleri inanın Paralel Örgüt’le mücadele boyunca bile duymamıştım. Bu arada tabii AK Parti'nin tabanında bu tavrım enteresan bir şekilde karşılık bulurken partinin üst düzeyindeki bazı isimler tarafından da alkışlanıyordu. Sergilediğim tutum üzerine arayıp; ”Aslında sen haklısın! Biz büyük bir yanlışın içerisindeyiz. Ancak bunu anlatamıyoruz. Duygularımıza tercüman oldun” diyen bazıları bakan düzeyinde olan AK Parti’li çok önemli siyasetçilerin de olduğunun bilinmesini isterim... Ha tabii… Bir de dindar gibi görünen bazılarının benim kovulmamı isteyip sonrasında da yaşadıkları sevinç hezeyanları durumu vardı. Ve enteresan bunların içinde maalesef eline kalem bile verilenler bile vardı. Tabii bunlar yaşadığım mutsuzluğunun üzerine tuz biber olan durumlar. Ama bu arada yaşadığım mutsuzluğu tamamen unutturan mutluluklar da tattım. Kovulmamın hemen ardından arayan ve her şekilde yanımda olacaklarının sözlerini veren tüm dostlara çok teşekkür ediyorum. Özel teşekkürüm ise yargı ve emniyet camiasındaki insanlaradır. Bu iki camianın Paralel Çete’den temizliği konusunda verdiğim mücadelenin anlaşılmış olması, karşılık bulması beni acayip mutlu etti. Birçok savcı, hakim, HSYK üyesi, Yargıtay üyesi emniyetçi yaşadığım sonuca inanamadıklarını söyleyip üzüntülerini ilettiler ve her zaman yanımda olduklarını söylediler. Buruk oldu kalbim her telefonda ama bir o kadar da mutlu. Sağolsunlar.Varolsunlar…

Son bir şey daha söyleyip bir daha söz söylememek üzere kapatacağım bu konuyu. AK Parti’nin HDP ile ilgili seçim politikasına karşı aldığım tavır nedeniyle SABAH Gazetesi’nin benimle yola devam etmeme kararını saygıyla karşılıyorum. Ancak ben işten kovulduktan 1 gün sonra oğlumun Star Medya Grubu’nda 5 yıldır görev yapan babasının da işten atıldığını öğrenmesi ve ona yaşatılan bu travmayı asla kabul edemiyorum. Star Grubu'nun patronu ve Ethem Sancak'la çok iyi tanışırız. Çokkk sohbetlerimiz olmuştur abi-kardeş. Bana derdi ki hep; "Benim yolum Hz. Ali yoludur. Onun gibi yiğit, delikanlı olmaya çalışıyorum" Hiç kusura bakmasın Ethem Abi ama benim aldığım tavır dolayısıyla çalıştığım gazetenin benimle ilişiğini kesmesini gerekçe gösterip oğlumun babasını işten çıkarması bir Hz. Ali yolu değil, olsa olsa Hz. Ali'nin evlatlarına zulmeden Yezid'in yoludur!

Not; Bilmiyorum var mı? Bunu Allah bilir ancak ülkemin bekaası için paralel örgüt yapılanması sırasında verdiğim o mücadeleden eğer birileri haksızca nasiplendiyse bana yapılandan haksızlıktan değil ama oğluma yaşatılan o korkunç duygulardan dolayı o hakkı helal etmiyorum!