Alman Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel, 16 Şubat tarihindeki serbest bırakılmasının haberini Halk Tv ve CNN-Türk'ün yayını sonrasında öğrendiğinde, kendi kendisine henüz değil dediğini aktardı.

Silivri cezaevinde tutuklu kaldığı süre içinde kendisine Almanya'dan gönderilen binlerce dayanışma mektuplarından sadece eşi Dilek Mayatürk Yücel'in yolladıklarından bazılarının kendisine verildiğini belirten Yücel, röportajda "nefreti cezaevinde bıraktım" dedi.

Kendisi için dayanışma faaliyeti organize eden herkese açık teşekkür eden Deniz Yücel, Berlin merkezli sol ve liberal çizgideki Die Taz gazetesinden Doris Akrap ve Die Welt'ten Daniel-Dylan Böhmer’e konuştu.

İşte o röportajdan satır başları…

Akrap: Benim açımdan senin serbest kalman bir gün önce, 15 Şubat perşembe günü başladı. Daniel beni aradı ve Welt’in binasına gelebilir miyim diye sordu. Orada aldığım ilk bilgi şuydu: “Deniz, cezaevinden çıkabilir. Ama istemiyor.” Şoka uğradım ve sordum: “Niye ki?” Artık sana sorabilirim.

Yücel: Elbette çıkmak istiyordum. Fakat bana, hemen Alman hükümetinin tahsis ettiği özel uçakla derhal ülkeyi terk etmem gerektiği söylendi. Bunu reddettim. Çünkü, Alman hükümetinin personeli değilim, apar topar yurt dışına kaçırılan Alman ajanı hiç değilim. Siyasi nedenlerden ötürü bir yıl hapis yattıktan sonra oyuncak gibi kullanılmama izin veremezdim. Erdoğan, beni içeriye atmaktan menfaat bekliyorsa hapsetsin; beni çıkarmaktan menfaat bekliyorsa salıversin ve ben bunlara hiçbir şey demeyeyim, öyle mi?

Akrap: Alman hükümetinin özel uçağıyla çıkman Türk tarafının şartı mıydı?

Yücel: O kadarını bilmiyorum. O gün benimle görüşmeye gelen İstanbul Başkonsolosuna ve vekiline de aynı soruyu sordum ama bir cevap alamadım. Onların söyledikleri sadece şuydu: “Hemen çıkabilirsin. Ama her şey hızlıca ve sessizce olmalı.” Bunu kabul etmedim. Perşembe günü öyle geçti. Hapiste son gecemi uykusuz geçirdim. Cuma günü öğleden önce ilkin fazla bir şey olmadı. Bir avukat görüşüne çağırıldım. Ama gelen, kendi avukatlarımdan biri değildi; dayanışma niyetiyle Silivri’ye ziyaret gelen avukatlardan biriydi. Koridorda arkadaşım Ahmet Şık’la karşılaştık. Olası tahliyem gündem olmuştu. Ve geçerken Ahmet bana seslendi: “Çok iyi! Bunu yap. Bunu kullanabilirsin.”

“SESSİZCE ÇIKMAK İSTEMİYORDUM”

Akrap: Hangi anlamda kullanabilirsin? Oradan çıkmak için mi?

Yücel: Daha geniş bir anlamda: “Çık. Kendi kendilerini rezil etmelerini engelleme.” Tabii bu benim o anki yorumumdu, sadece geçerken seslenmişti. Ahmet tahliye olduktan sonra konuştuğumuzda o sözünü sordum. Dedi ki: “Gergin olduğunu fark ettim. Oysa seni tahliye etmeyi istedikleri biçim, bu ülkedeki yargının halini dünyanın gözü önünde sergileyecekti. Bunu açıklamalısın diye düşündüm. Tahliye olduktan sonra çektiğin videoyla bunu yaptın.” Serbest kaldığım güne dönersek: Kısa bir avukat görüşmesinden sonra koğuşuma döndüm. Biraz sonra Dilek’in gönderdiği birkaç yeni mektubu verdiler. Dilek, koğuşumu birazcık şenlendirmek için rengârenk zarflar içinde rengârenk kâğıtlara yazdığı bir sürü mektup gönderdi. Tam okumaya başlamışım ki, televizyonda o son dakika haberi gördüm.

Akrap: Sonunda hükümetin uçağına binmedin.

Yücel: Binmedim. Ama daha kapıda Dilek’in bana bir sürprizi vardı. Welt bana bir jest düşünmüş ve hepimizi götürmek için özel uçak kiralamıştı. Gazetem, benim bir an önce yurtdışına çıkmamı istiyordu. Oysa benim o kadar acelem yoktu. Ama Dilek’le, sizinle ve beni karşılamaya gelen diğer dostlarımla taksiye biner gibi bir uçağa binecek ve istediğimiz yere uçacaktık. Bu çok cazip bir teklifti. Ancak ben önce evime gitmek istedim. Kedimizi almak ve tahliyemi yorumladığım videoyu çekmek istiyordum. Sessizce çıkmak istemiyordum.

“YÜRÜ LAN, MANYAK!”

Akrap: Sence Alman hükümeti senin için yeterince efor sarf etti mi?

Yücel: Bence Alman hükümeti çok endişeliydi ve serbest kalman için elinden geldiğince uğraştı. Bazen fikir ayrılıklarımız oldu. Ancak Almanya hükümeti benim yanımda yer aldı; hem siyasal anlamda hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığımız davada hukuki anlamda. Ve beni ayda bir kere ziyarete gelen Almanya İstanbul Başkonsolosu Georg Birgelen işini gerçekten harika bir şekilde yaptı.

Akrap: #FreeDeniz kampanyasının Alman Hükümeti’nden talep ettiği şeylerden biri, Türkiye’ye yönelik ihracatlar için verilen Hermes kredi güvencelerinin kısıtlanmasıydı. Şimdi öğrendik ki, 2017 yılında bir önceki yıldan çok daha fazla kredi güvencesi verilmiş. Sonunda, ekonomik menfaatler daha mi önemliydi?

Yücel: Tutuklanmama kadar Almanya-Türkiye ilişkilerini gazeteci olarak gözlemliyordum. Bir anda, bu ilişkinin konusu haline geldim. Bu yüzden Angela Merkel’in Türkiye politikasını kendi hikâyemin ışığında değil, genel olarak değerlendirmek isterim. Bir mesele, daha cezaevindeyken söylediğim şeydir: Kirli pazarlıkların parçası olmayacağım. Ama şunu da biliyordum: Rehin alma vakasının doğasında- eğer gaspçı rehinesi için bir karşılık aldığı kanaatine varırsa- rehinenin serbest bırakılması vardır. Nasıl ki içeriye atıldığımda kimse benim fikrimi sormadıysa “tahliye olmak ister misin?” diye de kimse sormayacaktı. “Dur hele, önce tam olarak nelerin müzakere edildiğini öğreneyim, yoksa çıkmam” deseydim bile bir şey değişmezdi.

Akrap: Bunu deseydin şaşırmazdım. 

Yücel: Belki. Ama onlar bu tavra ne derlerdi? “Yürü lan, manyak!”