Filistinli yazar Kassam Kanafani bir mülakatında mültecilik üzeine düşüncelerini şöyle açıklıyor. „ Acre'den gitmek üzere Yaffa'dan ayrıldığımızda, bunun hiç de trajik yönü yoktu“.(1) Kanafani'nin, mülteciliği böyle tanımlamış olması, yaşanacak muhtemelen olan dramatik gelişmelerin akabinde, Filistin halkına karşı başlatılacak bir savaşın habercisi olarak sezgilerini belirtmektedir. Çünkü, Acre Filistin'de bir şehirdir. Zira bir savaş durumunda, Filistin halkı çok ağır ve sert saldırılarla maruz kalacağı açıktır. Bu savaşın, halkın sosyal yaşamını çok yakından tehdit ettiği, hatta toplumun yaşamında fiziksel ve ruhsal bozulmaların yaşanacağı aşikardır.

Bu durumun, Kanafani'nin ifadesiyle, yaşamdan kopuşun ve bir bilinmezliğe doğru yapılacak yolculuğun endişesini dile getirmiş olmasıdır. Açıktır ki, insanların bu göç ve yolculuk sırasında kendilerine ait ne tür savunma araçları/malzemeleri varsa yitirmekle kalmıyorlar, aynı şekilde kendilerine ait varlıklarını, dayatılan saldırı ve savaş sonucu yurtlarına ve topraklarına bir daha geri dönmemek üzere ülkesini terk etmek zorunda olduğunu çok derinden hissetmiş olmasıdır.

FİLİSTİNLİLERİ TERÖRLE GÖÇE ZORLAYAN İSRAİL' E BATI SESSİZ KALDI

Bu yüzden, bu durumu mümkünse efsanevi söylemlerden azâde bir dille, daha yalın ve içten bir anlatımla yapılması, ajitatif söylemde ferâgat edilerek yapılması, yaşananları anlamak açısından daha gerçekçi olacaktır. Çünkü burada söz konusu olan insanların yaşamı ve kaderidir. Hatırlanacak olursa, 6 Haziran 1982 yılında, İsrail ordusu karada ve havada oldukça modern uçak ve silahlar ile donatılmış 130.000 kadar özel askeri birliklerle Lübnan'a girdi. İsrail'in bu askeri saldırısı, mülteci kamplarını hedef alarak, 50.000 Filistinli'nin katledilmesi, yüzlercesinin yaralanmasına, çok sayıda okul ve hastanenin vurularak kullanılamaz hale gelmesi, İsrail'in bu saldırgan terör gücü tam bir imha haraketı başlatarak, Flistin ve Lübnan toprakları üzerinde terörü tüm bölge halklarına dayatmış olmasıdır.(2)

Benzer bir askeri saldırıyı da 1978 yılında, 25.000 askerle Filistin gerilla birliklerine karşı gerçekleştirmişti. Amaç, bu sistematik ve planlı terör yöntemleriyle, Filistin ve Lübnan'da yurtsever, demokratik hareketi ezmek ve etkisizleştirmekti. Bu katliamları tüm batılı devletler, başta ABD olarak üzere, İsrail'in yanında yer alarak desteklemişlerdi.

Filistinli yazarın ifadesiyle, trajedi Filistin ve Lübnan'da en acı ve en sert bir şekilde ve telafisi bir mümkün olmayacak bir şekilde Filistin topraklarında Filistin halkına karşı uygulanmıştı. İsrail'in güvenliği adına, Filistin halkına yönelik bu şiddet ve terör, siyonist gerici faşist mekanizma tarafından uygulanan seri katliamla Filistin halkını topraklarından sürmek ve direnişini kırmayı amaçlıyordu. İsrail ordusunun başlattığı bu askeri seferberlik, çok sayıda yerleşim birimini, yani köy, mahalle ve kasaba vs. harabeye çevirmiş, geride ise tam bir enkaz yığını bırakmıştı.

Kızılhaç verilerine göre, sadece bu sırada yapılan saldırılarda, 4.400 insan yaşamını yitirdi. Bu katliamı İsrail Başbakanı Begin bir soru üzerine, Filistin sorunun da örneğine çok az rastlanabilecek bir şekilde “nihai çözüm” olarak kamuoyuna duyurmuştu. (3) Bu savaşta, başta çocuklar olmak üzere kadınlar ve yaşlılar hedef alınmış, 7, 8 ve 10 yaşındaki çocuklar bombaların ve kurşuların hedefi olmuştu. Bugün hala aynı devlet, aynı yöntemlerle çocukları katletmeye devam ediyor. Batı Şeria'da 18 aylık bir bebeği yakarak katleden devletin saldırısında babası da bir süre sonra yaşamıonı yitirdi.

Kullandığı misket bombaları ile yerleşim birimlerini tümden tahrip etmiş, kamplarda çok ağır koşullarda yaşam mücadelesi veren insanlar, kampları boşaltmak hatta terk etmek zorunda bırakılmışlardır. Bu sırada, aileler parçalanmış, ağır yaralılar yaşamını yitirmiş, savaşın yarattığı korku ve panik sonucu piskolojik, ruhsal ve nevrotik hastalıkların yaşanmasına neden olmuş ve bu hastalıklarda muzdarip insanlar, tedavi imkanları dahi bulamamışlardır.

Tüm günlerini açık ortamda kamplarda, çadır aralarında geçiren çocuklar, uzun süren yolculuklarda yakalandıkları hastalıklarda yaşamlarını yitirmişler, sürekli yer değiştiren bu mülteciler topraklarını terk etmeleriyle Süriye,Tunus vb. ülkeler üzerinden Avrupa'ya kaçış yollarını aramışlardır. Çünkü, İsrail ordusunun izlediği savaş ve saldırısı sonucu sürekli havadan bombalalan kamplar ve çocukların hedef alınması, aileleri kampları terk etmeye zorlamıştır. Filistinlilerin yarım asırdır süren sürgün ve mültecilik çilesi ve dramı bu koşullar altında başlamış oldu.

12 EYLÜL DARBESİ SONRASI MÜLTECİLİK  VE SÜRGÜN YAŞAM

Coğrafyamızda yaşanan bu trajedi yanlızca Filistin halkı ile sınırlı kalmadı. Bu trajedi, 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntası ile Türkiye ve Kürdistan'da sistematik olarak yürütülen baskı ve işkenceler sonucu Kuzey Kürdistan'da çok yoğun bir kitle bir yandan Güney'e diğer yandan ise Avrupa'ya çıkış yollarını arayarak sürgün yaşamına adım attı. Kürdistan'da saldırılar öyle bir düzeye ulaştı ki, bu saldırı ve baskılar zamanla tam bir piskolojik kirli bir savaş dönüştü.

Kırsal yerleşim alanlarında köy, mezra vs. alanlarında yaşayan köylülere yönelik köyleri boşlatmak amacıyla yapılan operasyonlar/saldırılar sonucu köyleri yıkmak, tahrip etmek, ekili araziye zarar vermek, bağ ve bahçeleri ateşe vermek ve ardından bu köyleri bombalayarak, yürütülen bu kirli savaş, kelimenin dar anlami ile düşük yoğunluklu bir savaşa dönüştü. Türk devletinin ve hükümetlerinin yürüttükleri kirli savaşın bir sonucu olarak, halk yerleşim alanlarını terk etti. Köylerini boşaltarak (yaklaşık olarak 3 milyon Kürt) iç ve dış göçe zorlandı.

Bugün bir kasabaya dönüşmüş olan Ninova'da Maxmur kampında yaklaşık 7.000 kadar Kuzey Kürdistanlı yaşıyor. (4) 1990 yıllarından itibaren gerçekleşen göç , sürgün ve mültecilik akını yeni ve önemli bir boyut kazandı. Bugün binlerle ifade edilen aydın, sanatçı, on binlerle tanımlanan muhalif ve devrimci, Avrupa'nın çeşitli ülkelerine dağılmış bir halde sürgün koşullarda yaşamaktadırlar. 

Kürt halkı üzerinde uygulanan katliam ve toplum kıyımlar, bir başka deyişle operasyonlar, insanları göçe zorladı. Devletin bu baskıları sonucu insanlar sürgün yaşamın soğuk yüzü ile tanışmış oldular. Zira bu dönemde çok büyük acılar yaşandı, aileler dağıldı ve Kürdistan'da önemli bir nufüs da Türkiye metropollerinin varoşlarına sürüldü. Köylerinde doğal ve sade bir yaşam sürdüren, ürettikleri ile yetinen bu insanlar, açlığa mahkum edildi. Göçertilen ve sürgüne tabi tutulan insanlar "açlıkla terbiye edilmek" istendi.

Türkiye devletinin muhaliflerine, devrimci-demokratlarına karşı yürüttüğü bu kirli savaşı ve sürgün pratiğini; Türkiye'nin Batılı müttefikleri de destekledi. Dolaysıyla bu savaşın mantığı hep sivil halka karşı sürekli terör ve baskılar oldu. Tepkisini ve itirazını yüksek sesle, mücadele ile dile getirenlere karşı da daima kaçış ve sürgün politikası dayattıldı. Göçertilen bu mağdurlar göç ettikleri yerlerde karşılaştıkları hakâret vs. karşısında sinip geri adım atmdılar, devletin yürüttüğü piskolojik savaşa karşı koyarak, mücadelede yerlerini alarak duyarlılıklarını korudular.

Avrupa'ya çeşitli yollardan gelen Kürdistanlılar, geldikleri ülkelerde çok çeşitli zorluklar ile karşılaştılar. İltica başvuru ve müracaatları uzun sürdü, sosyal yaşamlarını idame etmekte epeyce zorlandılar. Ayrımcılığa ve yabancı düşmanlığına maruz kaldılar. Bu nedenle kadınlar ve çocuklar çok ağır depresiv ve piskolojik hastalık ve sorunlarla karşı karşıya kaldılar.

MÜLTECİLİK KOŞULLARINI YARATAN DESPOTLAR ABD VE AB TARFINDAN DESTEKLENDİ

1980 yıllarının başlarında ve 1990 ların ortalarında yoğunlaşarak süren mültecilik ve mültecilik akını günümüzde bambaşka bir nicelik ve nitelik kazandı. İç savaş kıskacında, açlık ve yoksullukla boğuşan kitleler, bu ülkelerin diktatörleri ve despotlarının kendi halklarına uyguladıkları baskılar, ABD ve AB tarafından da desteklendi ve yeni bir hegomanyacı siyaset izlendi.

Bu siyaset bu ülkelerin pazarına el koyma şeklinde biçimlendi. ABD ve AB firma ve şirketleri aktif üretimde yer alan ve üreten emekçi ve işçileri, iş yerlerini kayıp etmeleriyle, yaşamlarını sürdüremez bir durumla karşılaştılar. Yaşamlarını idame ettiremeyen, gelecek güvencesi kalmayan/ olmayan bu aç ve yoksul insanlar, elinde olan mal varlıklarını yok pahasına satışa çıkartarak, insan tacirlari, mafya türü çeteler eliyle bir bilinmezliğe doğru yolculuğa adım attılar.

Bu yolculuk çok basit, primitif dayanıksız botlar, tekne ve gemiler ile Akdeniz'in, Ege'nin engin sularına açılan bu mülteciler, yükselen sert dalgalara yenik düşerek, açık ki yaşamlarını tehlikeye attılar. 
Yeni bir gelecek arayışıi içinde olan bu mülteciler, başvurdukları yol ve yöntemler, kullandıkları araçlar çoğu kez yaşamlarına mal oldu.

Arap baharını hem teşvik ederek, hem de destekleyerek Ortadoğu, Kuzey ve Doğu Afrika ülkelerine karşı savaş açan ve bu ülkeleri istikrarsızlaştıran AB ve ABD merkezli savaş siyaseti, yüzbinler ile ifade edilen mültecilerin Akdeniz açıklarında balıklara yem olmalarından ve sonuçlarından birinci derece sorumludur.

Bu yüzden, Almanya'ya ulaşmış mültecilerin Doğu Eyaletlerine gönderilerek hedef haline getirilmeleri, mültecilerin düşük maliyet ile inşa edilecek konutlarda barınmaları (Frankfurter Rundschau,31.7.2015), mültecilere verilecek yardımları, iaşeleri kısıtlamak ve miktarların düşürülmesi üzerine siyasi parti temsilcilerinin yaptıjkları açıklamalar tesadüfi değidir. Bu tür girişimler mültecilerin sosyal yaşamdan dışlanmalarının önünü açarak, paralel bir yaşamı ve buna benzer ilişkileri sürekli kılmayı hedeflemektedirler.

Kaynakçalar :

  1. Auf Nach Palästina,1984

Bericht über eine Reise in das Palästnensische Exil

  1. Palästina Info,10.6.1982, Scluß mit dem Völkermord

  2. Palästina Info,10.6.1982, Bagins Ziel:“ Endlösung“ der Palästinenser-Frage

  3. Kurdischer Roter Halbmond, Dringender Hilferuf, Sept. 1997