Çaresizlik nasıl ki yaratıcılığın kaynağıysa, fırsatlar ve imkanlar doğru değerlendirildiğinde, kazanmayı kolaylaştırırlar.

Ancak biliyoruz ki ezilenlerin tarihi, kaçırılmış fırsatlar ve değerlendirilmemiş imkanlar tarihidir aynı zamanda. Şüphesiz Türkiye halklarının da tarihi de ellerde kayıp gitmiş fırsatlar ve yeterince değerlendirilmemiş, çarçur edilmiş imkanlarla doludur.

Bugün başta Kürtler olmak üzere Türkiye halkları ve ezilenleri, önemli imkanların ve ciddi fırsatların ortaya çıktığı tarihsel bir dönemi yaşamaktadırlar. Böyle dönemlerin doğru değerlendirilmesiyle büyük kazanımlar elde edebilir.

Dönemin önemi ve tarihselliği, bir çok boyutta ifade edilebilinir belki. Ancak bir nokta var ki asıl gerçeği en doğru ifade etmektedir. Bugün içinde bulunduğumuz koşullarda, ezilenlerin hiç bir bölümünün, kaybetmeye tahammülü yoktur. Ezilen bütün toplumsal kesimler, bir kez daha kaybetme lüksüne, israfına sahip olmadıklarının bilinci içindedirler.

Bütün mesele topluma önderlik eden toplumsal güçlerin bu gerçeği doğru görmesi ve buna uygun bir basireti, yeteneği, yaratıcılığı ve cesareti göstermesdir. Özellikle kazanma an'ları cesur olmanın çok belirleyici olduğu an'lardır. Böyle an'larda risk alarak cesaretli kararlar verebilenler, geleceği kazanabilirler.

Bugün devam eden CHP‘nin yürüyüşüne, kazanan taraf olabilmenin sorumluluğuyla, fırsat ve imkanlara doğru yaklaşmanın olgunluğuyla ve cesaretle yaklaşmak gerekiyor.

Türk devleti, Türkiye halklarına, karanlık katliamcı soykırımcı ve kuralsız sömürücü bir geçmiş yaşatarak, büyük toplumsal acılar çektirmiştir. Bugün Türk devletini yöneten Erdoğan, aynı politika ve uygulamaları, daha derin ve kapsamlı bir biçimde devam ettirmektedir. Bugüne kadar yapılan zülümlere ek olarak, toplumsal-bireysel yaşam, islama göre planlanmak ve islami yaşam tarzı zorunlu hale getirilmek istenmektedir. Erdoğan, bu sistemi hakim kılabilmek için her muhalif kesimi sindirmeye çalışmakta, herkesi kendisine biat etmeye zorlamaktadır.

Ancak, başta Kürtler, Aleviler ve diğer demokrasi güçleri olmak üzere, toplumun çok önemli bir kesimi, Erdoğan‘ın oluşturmak istediği bu sisteme karşı çıkmaktadır.

 Aynı şekilde, CHP’ye oy veren kitlenin çok büyük bir kesimi de Erdoğan‘ın bu sitemine karşı çıkmaktadır. CHP seçmeni farklı bir parti olduğundan değil, daha çok Erdoğan‘ın gerici, saldırgan ve insanların yaşam tarzlarına müdahale eden politikalarından dolayı,Erdoğan‘a karşı derin bir öfke, kaygı ve tepki duymaktadırlar. CHP tabanının bu tutumu, 16. Nisan referandumunda ve bugün yapılan yürüyüşle çok açık bir biçimde görülmektedir.

CHP’ye oy veren geniş kitlelerin bu demokratik tutumlarına rağmen, diğer yandan CHP’nin tarihsel geçmişi ve bugün kendisine biçtiği/ üstlendiği devleti koruma ve yaşatma misyonu ve buna uygun olarak halkların çıkarlarına karşı izlediği gerici, ırkçı politikalar, CHP’yi ters yönde bir basınç altında tutmaktadır.

 CHP, son dönemlerde, kendi tabanlarının talepleriyle, kendilerine biçtikleri bu görev arasındaki çelişkiyi yaşamaktaydır. Bu çelişki, ters yönlü iki basınç, tam olarak şu şekilde yansımaktadır. CHP, Erdoğan‘ın baskıcı politikaları karşısında, ya devleti korumak adına Erdoğan‘ın kuyruğına takılacak, Yenikapı‘da ve dokunulmazlıkların kaldırılmasında ve daha bir çok gelişmeden yaptığı gibi. Veya CHP tabanının taleplerine uygun olarak demokratik bir tepki ortaya koyacak. CHP, Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına kadar, ikirciksiz bir biçimde, kendisine biçtiği devleti koruma rol ve görevine uygun, anti- demokratik bir politika izledi.

Ancak Enis Berberoğlu‘nun tutuklanması, CHP kitlesinin tepkisini üst noktaya çıkarttı. CHP, bu tepkinin yarattığı basınca karşı fazla direnemeyerek yaşanan yürüyüşü gerçekleştirmek durumunda/zorunda kaldı.

 

CHP, belirtilen ikili konumunda ve buradan kaynaklanan tutarsız politikalarından dolayı, yürüyüşe başlarken, yanlışlıklarla başladı. Öncelikle adaletsizliğin her türlüsüne maruz kalmış olan toplumsal kesimlerin, Kürtlerin, Alevilerin, emekçilerin kadınların ve tüm demokrasi güçlerinin bu yürüyüşe katılmasını sağlayacak pratik bir tutum geliştirmedi. Belirtilen toplumsal kesimlerin, özgün kurum ve kimlikleriyle, katılmalarının sağlandığı bir yürüyüş, daha çok heyecan verici, daha çok etkili ve daha kolay sonuç alıcı olacaktı.

Tam tersine CHP, egemenlere, ulusalcılara, gericilere kendisinin ‘makul‘ muhalefet odağı olduğunu ispat etmeye çalışan bir tutum izlemiştir/izlemektedir. Halka ve demokrasiye inanmayan bu tutum, yürüyüşün en büyük zaafı olmuştur.

CHP yürüyüşü, doğal olarak, demokratik kamuouyunun da gündemine oturdu. Bu yürüyüşe fazla anlam yükleyen de oldu, CHP‘nin gerici- ırkçı politikaları ve tutarsızlıkları üzerinde ciddi eleştirler de oldu. CHP‘nin ve izlediği politikaların ikili karekterinden dolayı, her iki yaklaşımı savunanların da haklı gerekçeleri bulunmaktadır. Ancak bir eylemi desteklemenin veya karşı çıkmanın objektif kriteri net ve bellidir. Bir eylem, demokratik bir muhteva taşıyorsa, kitlelerin zorbalığa karşı mücadelesinde gelişmeye yol açıyor ve halkların mücadele deneyimini zenginleştiriyorsa o eylem desteklenir. Velev ki bizim tarafımızda yapılmıyor olsa ve velev ki eleştirdiğimiz bir çevre tarafında yapılıyor olsa bile bu böyledir.

CHP‘nin yürüyüşüne bu çerçeveden bakıldığında, yukarıdaki kriterlerin hepsine uyduğu görülmektedir. Ancak bu yürüyüş, en nihayetinde bir yürüyüştür, daha fazlası değil. Bu yürüyüşten sonra Türkiye‘ye demokrasi gelmeyecektir. CHP‘nin bu yürüyüşüne devrim, demokrasi misyonları yüklemek doğru değildir. Hele ki, demokratik güçlerin etkin bir rol almadığı/alamadığı, insiyatifin bütünüyle CHP’ye bırakıldığı bu yürüyüşte, yüksek bir beklenti oluşturmak ve sahte umutlar yaymak yanıltıcı olur.

Ancak bu yürüyüşe, hiç olmamış gibi yaklaşmak, binbir türlü bahene ve gerekçeyle ilgisiz davranmak, negatif söylemler geliştirmek, ısrarla CHP‘nin geçmişini ve gerici- ırkçı politikalarını sayıp dökmek, bu yürüyüşün etksini azaltmaya çalışmak ta doğru bir tutum değildir. Asıl olan bu yürüyüşün yarattığı objektif sonuçlardır.

Herkesin derin bir sesssizliğe mahkum edilmek istendiği mevcut koşullarda, bu yürüyüş, bir kaç boyutuyla önemlidir. Öncelilkle belirtilmelidir ki, CHP‘nin bu yürüyüşü, Erdoğan diktatörlüğüne karşı açığa çıkmış önemli bir kitlesel tepkidir. Toplumun en geri, politikayla en az ilgili kesimlerinin, Erdoğan ve AKP zulmüne karşı sokağa çıkmasını sağlayan yürüyüş, sadece bu yönüyle bile değerlidir. Ayrıca kitlelerin faşizme karşı mücadelede eğitilmesine hizmet etmektir.

 

Toplumun tüm kesimlerini, günlerce süren politik bir eyleme odaklamayı başarmış, demokratik siyasetin etki alanını genişletmiştir. Öte yanda bu yürüyüş, hak alma bilincini ve mücadelenin mümkün ve gerekli olduğunu göstermiştir. Daha da önemlisi özellikle AKP‘nin zulmünde çekinen ve çaresiz olduklarını sanan geniş yoksul kesimlerin nezdinde, bu yürüyüş, sokağa çıkmanın sanıldığı kadar zor olmadığını göstermiş, o kesimler için umut ve direnç kaynağı olmuştur. Gerçeklerin böyle olmasıdır ki Erdoğan, tüm ekibi ve bütün kalemşörleri, hep birden ve binlerce yöntemle, bu yürüyüşe karşı ellerinden geleni artlarına koymayarak, mücadele etmektedirler. Çünkü onlar, halkların örgütlü gücünden ve mücadelesinden korkuyorlar.

Ancak CHP, hep olduğu, yürüyüşe başlarken yaptığı ve beklendiği gibi, bu yürüyüşün kazanımlarını sınırlandıran tutumunu sürdürmüş/ sürdürmektedir. Adalet aradığı yürüyüşü, ulusalcılığın propagandasına çevirmek, adaletin bulunmasına hizmet etmez. Herhangi bir demokratik talebin ulusalcı bir ambalajla savunulması mümkün de değildir, doğru da değildir, gerekli de değildir. Adaleti kendi ulusal kimliğinizin malzemesi yaptığınızda, aranan adalet, gerçek adalet olmaz. Bu yaklaşımla, Erdoğan‘ın tuzağına düşer, Yenikapı’da olduğu gibi, onun siyaset sofrasında meze olursunuz, hiç bir demokratik talebe cevap olamazsınız.

CHP‘nin bu yürüyüş konusunda izlediği tutarsız, kararsız ve net olmayan tutumu, yürüyüşün sonuçlarını olumsuz etkileyeceği gibi, yürüyüşün güvenliğini de tehlikeye atmaktadır.

En son hükümet yetkilisi N. Kurtulmuş‘un yaptığı değerlendirmelerin, bu anlamda mutlaka not edilmesi gerekir. N. Kurtulmuş, kuzu postundaki kurt misali ve yürüyüşün selametini düşünüyormuş gibi bir role girerek, CHP’nin, ‘yürüyüşü, marjinal gruplara karşı koruması gerektiğini‘ söyledi. Bu çok önemlidir, buna dikkat etmek gerekir. Devlet ne zaman bir provakasyon yapmışsa, önce yapılacak provakasyonın ön hazırlığı olarak toplumu, bir provakasyon yapılacağına inandırmıştır. Bu kapsamda olmak üzere, yapacağı provakasyonu kimin üzerine yıkacağını da belirlemiş, hedef göstermiştir. Hatırlayalım, 1977 1. Mayıs'ında, Maraş’ta, Çorum‘da ve 2. Temmuz- Sivas‘ta yapılan katliamların tamamı bu yolla ve bu yöntem izlenerek yapılmıştır. Bu anlamda Kurtulmuş‘un ifadelerini, not etmek ve buna uygun bir dikkat içinde olmak, bu tür açıklamaları teşhir etmek yanlış olmayacaktır.

Yaşanan ve son günlerine girilen kitlesel yürüyüşün, demokrasi mücadelesine katkı sunacak bir eyleme dönüşmesini sağlamak, bu anlamda fırsatları ve imkanları doğru değerlendirerek mevziler kazanmak, sırtında yumurta küfesi taşır gibi sorumluluk taşıyanların görevidir. Halkların demokratik birikiminin, bu sorumluluğu yerine getirecek kadar yetenekli ve basiretli olduğuna inanmak, mevcut gerçeğin ifadesi olacaktır.