Bakan çocuklarının da içinde bulunduğu operasyona büyük tepki gösteren Başbakanın bu tavrına aklı başında olan herkes anlam verememişti. Bir suç varsa ortaya çıkmalı(ydı)? Neden başbakan sahipleniyor ve suçun araştırılmasını istemiyor(du)? 2. Dalga Operasyonun yaptırılmamasıyla sızan bilgilerden ve bizzat Başbakanın açıklamalarından oğlu Bilal Erdoğan’ın da şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmasıymış. Ben de, nasıl olur da Başbakan, Muammer Güler ve oğlu hakkındaki iddiaları (diğer suçlan bakanlar için de söylüyorum!) çürütmek istiyor, diyordum? Bunun nedenlerini ve psikolojisini daha sonra anladım. Başbakan kendinden ve çocuklarının yasadışı işlere bulaşmamasından emin olması durumunda suça bulaşanları savunmayacağı açıktı. Nasıl olur da ayakkabı kutuları, bavul ve çuvallardaki milyon dolarları yargılama öncesi savunmuştu? Nasıl olurda bu konularda bakan ve çocukları için nerdeyse kefil olacak kadar savunabilirdi? Nasıl oluyor da yargıyı etkileyecek sözler sarf edebiliyordu?

Bu çağda insan kendi oğluna kefil olamayacakken nasıl olur da başkalarının oğullarına kefil olabileceğine şaşırmamak elde değildi. İş anlaşılmıştı. Savcılık Başbakanın oğlunun da peşindeydi ve doğaldır ki bu iş kendisine kadar yansıyabilecekti. İşte bundan dolayıdır ki tüm polis şefleri görevden alındı ve bazı ajanslara düşen haberlere göre yerlerine trafik polisleri verildi. Adli Kolluk Yönetmeliği bir gecede değiştirildi. Operasyonların amirlerine ve başsavcıya, mülki amire önceden haber edilme şartı getirildi. Böylece yöneticilerin ve çocukların operasyonlardan önce haberleri olacaktı ve deliller karartılabilecekti. Başsavcılar da siyaseten baskı altına alınacak ve onlar vasıtasıyla operasyonlar (soruşturmalar) yaptırılmayacaktı. Peki bu ülkede bakanlara, iktidar partililerine, bürokratların ve zengin insanlara operasyon yapılamayacaksa kimlere yapılabilecekti? Cevabı gayet açıktı. Garibanlara, sahipsizlere, ayak ayaktakımına, baldırı çıplaklara, çarıksızlara, sosyalistlere, Kürtlere, Alevilere, dindar samimi Müslümanlara, gayrimüslimlere? Yani iktidarda olmayanlara ve yürütme görevinde olmayanlara…

Bu ülkede çok büyük miktarda yolsuzluk ve hırsızlık olayları yaşandığı kanaati oluşmuştur. Bazı bakan çocukları da tutuklanmışlardır. Milyonlarca dolar evlerde bulunmuştur. Ebru Gündeş’in kocası hükümet üyeleriyle kanka olmuştur. Büyük rakamlarda illegal iş yapmak için rüşvet verdiği iddia edilmektedir. Böylesine büyük bir iddia vardır. Ancak başbakan bile İranlı olan o şahsa iyi çocuk anlamına gelen yardımsever diyebilmiştir. Bakanlar bu olanlardan sonra bile devir teslim törenlerinde pişkinlikle haklarını helal etmemişlerdir. Nasıl oluyor da biz köleler bu yüksek makamlı insanların işini engellemişiz, biz kim oluyoruz, karınca değil miyiz?

2. Dalga Operasyonu yapan savcının hâkime aldırdığı gözaltı kararlarına rağmen bu operasyon hükümetin uygulamasıyla yapılamamıştır. Polis savcıya rest çekmiştir, emrini dinlememiştir. Başsavcı dosyayı ilgili savcıdan almıştır. Şüphelilerin isimleri internette ve ajanslarda yayınlanmıştır. Kimler şüpheli olduğunu ve alınacağını öğrenmiştir. Deliller karartılmıştır. Ve adalet-adliye denen bir kurum ekâbir takımı için kalmamıştır. Bakın, operasyon yapması engellenen savcı yazılı açıklama yapmak zorunda kalmıştır. İşte söylediklerinden birkaç cümle: “Bugün itibariyle bu soruşturma dosyasının içinde yer alan arama, el koyma ve gözaltı kararlarıyla birlikte gerekçe gösterilmeden uhdemden alındığını öğrendim. Bundan sonra sorumluluk İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı ve Başsavcı Vekilliğindedir. Tüm meslektaşlarım ve kamuoyu bilmelidir ki soruşturma yapmam engellenmiştir. Şüphelilerin önlem alması, kaçması ve delil karartmasına imkân verilmiştir. Mahkeme kararlarını uygulamayarak sıralı amirler suç işlemiştir.”

Cumhuriyet başsavcısı suç işlediği halde onu yargılayacak bir kurum kalmamıştır. Savcılık ve hâkimlik makamları feshedilmiştir. Hükümet eliyle ülkede bir polis darbesi fiilen yapılmıştır. Ve tüm bu olanlara rağmen insanlar yolsuzluk ve hırsızlıkla suçlananları alkışlamaktadır. Toplum olarak delirmişiz herhalde. Ve tuhaftır ki AKP hükümeti döneminde oluşturulmuş HSYK bir bildiri yayınlamak zorunda kalmıştır. Bildiride can alıcı olarak, “hukuka aykırı eylem ve işlemlerde bulunulması halinde yönetenlerin de herkes gibi yargı tarafından denetlenmesi demokratik hukuk devletinin bir gereğidir. Yolsuzluk operasyonu sonrası yapılan ve amirlerden izin alınmasını zorunlu kılan ‘Adli Kolluk Yönetmeliği’nin Anayasa ve yasalara aykırıdır” şeklinde bir anlatım vardır. İktidar HSYK için, Korsan Bildiri yayınladı şeklinde açıklama yapabilmiştir.

Bu yazıyı yazdığım (26 Aralık 2013, Perşembe) günde olayların nasıl gelişeceği hakkında bir bilgim yoktur. Ancak artık ilkel oligarşik cumhuriyet olan yönetim biçimimiz bu şekliyle güçler ayrığından bahsedilemeyen, sadece yürütmenin olduğu bir diktatörlüğe gittiğini söyleyebilirim. Bugün ülkenin bir numaralı gündemi dünyanın en büyük yolsuzluğu iddialarıdır. Ben bir yurttaş olarak bu konunun aydınlanmasını öncelikle istiyorum. Yolsuzluk yargılamalarının Barış Süreci ile ilgisi yoktur. Barış ayrıdır, Hırsızlık ayrıdır. Bu ikisini birbirine bağlayanlar ister sosyalist, ister komünist, ister İslamcı, ister faşist olsun yolsuzluğu kutsuyordur. Yolsuzluk konusunda muhalefeti ve özellikle BDP’yi konunun üzerine giden olarak görmedim. Yazık, bu ülkeye oligarşik cumhuriyetten daha düşük sistemler layık görenler var. Ben bu toprakları seviyorum ve bu topraklarda faşist diktatörlükler yaşasın istemiyorum. Buralardan göç edeceğim başka bir yer yok çünkü…