Felsefeyle ilgilenenler Yener Orkunoğlu’nu tanırlar sanıyorum. Onu yakından tanıyanlar iki elinin neden kopuk olduğunu, neden protez elleri taşıdığını da bilirler. O iz Yener’in militan devrimcilik yıllarından kalma.

Yener Türkiye’den ayrılıp Almanya’ya gelince eğitimine devam etti. Almanya’da bitirdiği üniversitede öğretim üyesi olmayı da başardı. Ama onu asıl ilgilendiren felsefeydi. Abartısız binlerce kitabı okudu, inceledi, çeviriler yaptı ve “Okudukça hala şaşırdığım yazılarla karşılaşıyorum” dedi.

Marksizm’i hepimizden iyi bilir Yener. Çünkü Marks-Engels ve bir çok Alman felsefeciyi, Marksizm üzerine tartışmaları Almanca olarak, kaynağından okudu.

Yener Orkunoğlu ile sizler için küçük bir söyleşi yaptık.


1-Sevgili Yener, kalıplaşmış bir soru ile başlamak istiyorum. Felsefeye aşkın ötesinde bir ilgin var. Bu ilgi nereden kaynaklanıyor?

Sevgili Kadir, felsefeye ilgimin nedenini ben de kendime bazen sordum. Sanıyorum, insan, dünya ve topluma dair konu ve sorunların temelini, nedenlerini öğrenme merakımdan kaynaklanıyor. Çocukluk döneminde çok soru sorardım. Çocukken 1 yıl kadar kuran kurslarına gitmiştim. Kuran kursunda sorularımdan bıkmış olan imam bana şöyle dedi: ‘Sen çok soruyorsun. Çok sorma!... İnan! Çok sorarsan kafir olursun!’ Hocanın dediği çıktı. ‘Kafir oldum’.

Bana kalırsa, insan çocukluk döneminin merakını yitirmemeli. Soru sormayan gelişemez. Görüntülerin, yavan ve sığ anlatıların esiri olur. Ben en çok insanların soru sormamalarına, daha doğrusu doğru soru sormamalarına şaşıyorum. Veya verilen cevapların doğruluğunu sorgulama çabası göstermediklerine şaşıyorum. Örneğin insanlar her gün para ile sıkı fıkı ilişkiler içinde. Ama para nedir? Neden para var, Gibi soruları sorsalar bile insanların büyük çoğunluğunun verdikleri cevaplar doğru olmuyor. Çünkü sorunların gerçek kaynağına ulaşamıyorlar, asıl nedenlerini açığa çıkaramıyorlar. İşte asıl kaynağa, nedenlere inebilmek için felsefi düşünceyi öğrenmek gerekir. Başka örnekler vermek gerekirse, mesela ‘ulus nedir’, ‘din nedir’ ‘bilim nedir’ sorularını sormak yetmez. Neden bunlar ‘var’ sorularını da sormak gerekir. Mesela ‘Türk nedir?’ ‘Neden Türk var?’ sorusu birçok insanın sormadığı sorulardır.

Eğer çok derinlemesine düşünülürse, ‘Türklerin Müslüman olması’ ifadesi anlamsız bir cümledir. Bu cümlenin anlamsızlığını kavrayan biri felsefeye vakıf olmaya başlamıştır denilebilir. Uluslar, ulusal kimlikler dinlerden sonra doğmuştur.

İşte ilginç ve sorulmamış sorular sormanın vermiş olduğu entelektüel haz nedeniyle de felsefeyle ilgileniyorum.

2- Felsefede seni en çok şaşırtan ne oldu?

Eğer bilgi doğruysa Konfiçyus’a şöyle sormuşlar: “Seni en çok şaşırtan nedir?”

O da şöyle cevap vermiş:

“İnsanoğlu para kazanmak için sıhhatini verir.
Sonra sıhhatini kazanmak için parasını verir.”


Platon’a da en çok neye şaşırmış olduğunu sormuşlar:

O da : “İnsanlar çocukken büyümek için acele ederler. Ne var ki büyüdükten sonra çocukluklarını özlerler” demiş.

Ben de en çok insanların zamanlarını boşa harcamalarına, iyi değerlendirmemelerine şaşıyorum.

Ama sen ‘Felsefede seni en çok şaşırtan ne oldu’ diye sormuştun. Şaşırdığım çok şey var, ama beni şaşırtan üç olguya değineceğim.

Almanya, Hegel felsefenin doğum yeri olmasına rağmen, Alman Marksistlerinde Hegel felsefesi konusundaki bilgisizlik ve ilgisizlik. Hegel, ABD ve Fransa’da ilgi görürken, Almanya’da ‘ölü köpek’ muamelesi görüyor hala.
Marx, Engels ve Lenin’de diyalektiğin önemli bir ilkesi olan ‘olumsuzlamanın olumsuzlanması’ olarak bilinen ilkenin Stalin’in kitapçığında yer almamasının gözlerden kaçması. Buna kimsesinin şaşırmaması.
Türkiye’de fıkrayla beslenen fikir fukaralarının felsefi açıklamalar getirenlere karşı ‘felsefe yapma’ biçimindeki yaklaşımlarının yaygınlığı.

3- Marksist klasiklerin Türkçe’ye yeterince doğru biçimde çevrildiğini düşünüyor musun?

Çevirilerde bazı sorunlar var. Bu sorunlar iki nedenden kaynaklanıyor.

Birinci neden şu: Türkçe’nin yetersizliği, Almanca karşılıklarını bulmaktan kaynaklanan zorluklar. Bir örnek vermek gerekirse Almanca’da Verstand ve Vernunft terimleri Türkçe’ye çevrilirken sorunlar yaşanıyor. Örneğin Vernunft sözcüğünün Türkçesinde ortak bir anlayış var, Vernunft sözcüğü, akıl veya us olarak çevriliyor. Bu çeviride bir sorun yok, ama Verstand sözcüğü Türkçe’ye anlak, idrak, zihin, zeka vb gibi sözcüklerle ifade edilmektedir. Bu bir sorun oluşturmaktadır.

Çeviri sorunlarında ikinci neden ise, bazı çevirilerde, Almanca baskıda olan pasajların atlanılması veya bazı bölümlerin Türkçe çeviride yer almaması. Örneğin, Lenin’in İki Taktik ile Devlet ve Devrim kitaplarının Türkçe çevirilerinde bazı pasajların atlanıldığını anımsıyorum. Diğer bir örnek ise şöyle: Georg Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci Türkçe Çevirisinde Almanca baskıda olan dört önemli bölüm Türkçe baskısında yer almıyor. Her ne kadar Belge Yayınları, 3 Aralık 1994 yılında Özgür Politika gazetesine yönelik bombalamada yayın evinin zarar gördüğünü, dizgi çıkışlarını, distetilerin ve orijinal metinlerin kaybolduğu gerekçesiyle, Türkçe çeviride bazı bölümlerin yer almadığını belirtse de, çevirilerin eksik olması sorunlar yaratıyor.

4- Türkiye’de öğrendiğin felsefeyle Almanya’da edindiğin bilgileri kısaca karşılaştırabilir misin?

1977 yılının Mayıs ayında yurtdışına çıktıktan sonra felsefeye ilgim Lenin’in iki eseriyle daha da canlandı. Birincisi, Materyalizm ve Ampriokritisizm; İkincisi, Lenin’in Hegel üzerine çalışmasını içeren ‘Felsefe Defterleri’. Felsefe Defterleri, bizzat Lenin’in daha önceki bazı felsefi görüşlerinin öz-eleştirisini içerir. Lenin’in Materyalizm ve Ampriokritisizm adlı eserinde hala mekanik materyalizmin izleri vardır. Örneğin bilgi teorisinde yansıma teorisi bu izlerden biridir.

Lenin, 1915 yılında emperyalist savaş döneminde Hegel’i derinlemesine inceledikten sonra daha derin bir diyalektik anlayışa kavuşmuştur. Lenin’in Hegel’i okuduğu 1915 yılından sonra yazmış olduğu kitaplar, bu yeni diyalektik kavrayışın izlerini taşır. Emperyalizm, Devlet ve Devrim, Nisan Tezleri’nde Hegel diyalektiğinin etkisini görmek mümkün. Nisan Tezleri’inde iktidarı ele geçirmek ve sosyalizme gitmek gerekir şeklindeki dile getirdiği düşünceler, sadece Menşevikler ve diğer partilerde değil, bizzat Bolşevik Partisi içinde de dirençle karşılaşır. Lenin, bazı Bolşevikleri ‘Eski-Bolşevizm’e saplanıp kalmakla eleştirir. Lenin, Felsefe Defterleri’nde diyalektik konusunda Plehanov ve Engels’i eleştirir.

Lenin, Hegel’den neyi öğrendi?

Bana göre Hegel diyalektiği açısından gerçekliğin dönüştürülmesi son derece merkezi bir önem taşır. Peki ama gerçeklik nedir? Ve gerçekliği dönüştüren kuvvet nedir? Hegel diyalektiği, gerçekliği çelişkili bütünsellik olarak kavradığı ve gerçekliği değiştiren öznelliğe önem verdiği için Lenin’in dikkatini çekmiştir. Lenin, Hegel’i materyalist açıdan okuduğunu vurgular.

Hegel’i daha derinden inceleyen Lenin, kaba materyalizmden, çizgisel ilerlemeden, evrimci anlayıştan, bilim ve toplumda katı yasalar olduğu anlayışından kopar. Lenin, kaba mekanik materyalizmin, Hegel tarafından çürütülmüş olduğunu görür. Lenin, Hegel’den yaptığı şu alıntıya büyük önem verir: ‘Bilinç dünyayı yansıtmakla kalmaz, onu yaratır da.’ Mekanik materyalizm, sadece bilincin bir kısmına, dünyayı yansıtması kısmına önem verdiği ve bilincin dünyayı yarattığını dıştaladığı için tek-yanlıdır.

Hegel diyalektiğini özümsemiş olan Lenin, Rosa Luxemburg’dan farklı olarak emperyalizmin tahlilini sadece ekonomik analiz ile sınırlamaz, politik analizi içeren bir tahlil yapar. Ekonomik materyalizmden kopamayan Rosa Luxemburg, Emperyalizm döneminde, ulusların ekonomik açıdan bağımsız olamayacağı gerekçesiyle ulusların kendi kaderinin de mümkün olmadığını ileri sürüyordu. Lenin, ekonomik materyalizme saplanmış olan Rosa Luxemburg ve Kieyvsky gibi Marksistlere karşı, emperyalizmin Ulusal Kurtuluş Savaşlarına yol açacağı tezinden hareket eder. Lenin, sorunlara yalnızca ekonomik analiz açısından yaklaşmaz, politik alanı da göz önüne alır.

Hegel’in felsefesini eleştirel bir gözle inceleyen Lenin şöyle der: ‘Hegel’in Mantıkı’nın tümü iyice incelenmeksizin ve anlaşılmaksızın, Marx’ın Kapital’ini ve özellikle de Kapital’in I. Bölümünü bütünüyle anlamak olanaksızdır. Şu halde hiç bir Marksist, ondan yarım yüzyıl sonra bile Marx’ı anlamış değildir.’ Bu çok anlamlı olan pasaj, Hegel’in Mantık Bilimi’nin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Bir tezim var: Lenin, Hegel’n özellikle Mantık Bilimi’nden sonra, eski düşüncesinden mekanik materyalizmden koptuğu için, Ekim Devrimini gerçekleştirebildi.


5- NietzSche ile ilgili bir kitap yazdın. NietzSche’yi en kısa nasıl özetleyebilirsin?

‘Nietzsche, pratikte hem efendilere hem de kölelere hizmet edecek, ancak yalnızca efendilere yararlı olacak düşünceler ileri sürmektedir’ Georg Lukacs

Demokrasi, sosyalizm ve halk düşmanı olan Nietzsche, Aristokrat kesimlerin radikal filozofudur.

Nietzsche, entelektüelleri etkileme konusunda büyük bir başarı sağlamıştır. Çünkü aristokratik geçmişe özlem duyan aydınların duygu ve düşüncesinin (değerler çözülüyor) tercümanlığını yapar. Nietzsche’nin aydınları bu denli etkilemesinin çeşitli nedeni vardır. Sadece üç nedene dikkat çekeceğiz:

Birincisi, ‘radikal bir kültür’ eleştirisi yapmış olmasıdır. Bu nedenle bir kültür devrimcisi olarak tanıtılır. Elitist ve bireyci bir kültür anlayışını savunan Nietzsche’nin özellikle kültür bilimcileri arasında çok taraftarı olmasının bir nedeni budur.

İkincisi, ‘çok perspektifli’ ve eklektik bakış açısı geliştirmiş olmasıdır. ‘Her tarafa çekilen bir ideoloji’ yaratmasındaki başarısı nedeniyle, eserlerinin çeşitli şekillerde yorumlanmasına neden olmuştur. Hem yaratıcı ve özgürlükçü söylemlere sahiptir, hem demokrasi düşmanıdır, ezilenlerden nefret eder. Hem ulusçudur hem de ulusçuluğa karşıdır; hem ‘üstün-insan’ kavramıyla modern ırkçı kuramların yaratıcısı hem de bu kuramın alaycısıdır; hem ruh-beden ikilemine karşı durmuştur, hem de güçlü ve egemen olma içgüdüsünün yaşamın temeli olduğunu iddia etmiştir.

Üçüncüsü, Nietzsche’nin bazı aydınlar üzerinde etkili olmasının bir nedeni de onun ‘sistem felsefesine’ karşı olmasıdır.

Tüm kapalı sistem felsefeleri ‘statükocu olma’ özelliğine sahiptirler. Tüm değerlerin dönüştürülmesini savunan Nietzsche, sistem felsefelerine karşı tavır aldı. Onun kapalı sistem felsefelerine tavır alması da aydınlar üzerinde önemli bir çekim gücü sağladı. Her hangi bir kapalı felsefe sistemi savunmadan kapitalizme eleştiriler yöneltti.

6- Türkiyeli sol düşünceli insanların savundukları Marksist felsefeyi yeteri kadar bildiklerine inanıyor musun?

Sorun ‘yeteri kadar bilme’ sorunundan ne anlaşıldığına bağlı. George Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri’ni okumuş olanlar veya Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Sözlüğü’ne göz atanlar, felsefeyi yeteri kadar bildiklerini sanabilirler. ‘Yeteri kadar bilme’ konusu insandan insana değişir. Bana kalırsa, Hegel’in Mantık Bilimi özümsenmeden, Marks’ın Kapital’inin Mantığı kavranmadan ve aynı zamanda fizik, biyoloji vb. gibi bilimler alanında bilgiler olmadan yeterli felsefe bilgisi elde edilemez. Çünkü felsefe, doğa ve toplum bilimleri alanında içeriklerin, bilgilerin en geneli soyutlamasıdır. Fizik, biyoloji, ekonomi politika sosyoloji gibi bilimlerin alanı sınırlıdır, bu bilimlerin yasaları özel ve sınırlı yasalardır. Felsefe genel yasaları bulmaya çalışır.

7-Felsefeyi bilmekle onu güncel yaşama uygulamak aynı şeyler mi?

Bence felsefeyi bilme ve uygulama aynı şey değildir.

Elbette bir şeyi değiştirmek için, ilkin değiştirmek istediğiniz şeyi iyi kavramak zorundasınız. Ama felsefeyi bilmek, güncel yaşamda yolunuzu aydınlatabilir. Felsefe, karanlık ortamda, yolunuzu aydınlatan bir mum ışığı gibidir. Emprizmin kurucusu Francis Bacon, karanlıktan şikayet edeceğinize bir mum yakın diyerek, felsefenin aydınlatıcı özelliğine dikkat çekmiştir. Felsefenin aydınlatmadığı yerlerde, dinsel gericiliğin karanlığı egemen olur.


8- Türkiye’de tanıdığın Marks ile Almanya’da karşına çıkan Marks arasında ne gibi ayrılıklar var. Birkaç örnek verebilir misin?

Bence Türkiye’de tanıdığım Marx, yüzeysel bir Marx idi. Ama Kapital’in bütün ciltlerini okuduktan sonra, gerçek Marx başka bir şekilde karşıma çıktı. Kapital’in bütün ciltleri okunmadan, kapitalizmin gerçek işleyişini anlamak mümkün değil.

Ayrıca Marx’ın teorisi ile II. Enternasyonal’in Marksizmi arasında bir ayrım yapmak gerekir. Yaygın Marksizm, Marx’ın düşüncelerinin kabalaştırılmış, sığlaştırılmış biçimidir. Örneğin II. Enternasyonal Marksizmin, yoksullaşma teorisini ve Kapitalizmin kendiliğinden çökeceği görüşünü Marx’a mal etti, Marx’ı yanlış yorumladı. Marx ve Engels ‘yoksullaşma teorisi’ni (Verelendungstheorie) hiç kullanmadılar. Bu kavramı gündeme getiren revizyonist Berstein oldu. Hegel’e düşman olan Bernstein, ‘Kant’a dönelim’ dediğinde ona en iyi cevap veren Rus Marksisti Plehanov oldu.

9- Sosyalistlere nasıl bir felsefe anlayışı öneriyorsun.

Hegel’in ve Marx’ın diyalektiğini öğrenmek son derece önemlidir. Sorunlara metodolojik olarak doğru yaklaşmak için de derin felsefi anlayış gereklidir. Marx’ın felsefesi, idealizmin ve materyalizmin bir sentezidir. Bu gerçeklik yeterince dikkate alınmaz. Oysa Marx’ın materyalizmi, idealizmi özümseyen bir materyalizmdir, çünkü öznelliğe ve bilincin rolünü gereken önemini kabul etmektedir. ‘bilinç dünyayı hem yansıtır hem yaratır’ cümlesi idealizmin ve materyalizmin sentezidir.

Türkiye’de Hegel felsefesine önem veren kişi olarak Mustafa Cemal dostumu örnek vermek isterim. Mustafa ve benim dışımda Marksistler arasında Hegel’e önem veren yok gibi. Gerçi Hegel konusunda Aziz Yardımlı ile Tülin Bumin’in de çalışmaları var. Tülin Bumin’in kitabı okumaya değer. Ama Yardımlı, Hegel’e materyalist açıdan yaklaşmadığı gibi, felsefedeki devrimci kavramları (Materyalizm, diyaletik) zihinlerden silmeye çalışan biri gibi geliyor bana.

Modern bilimin bulgularından yararlanarak, materyalist diyalektiği iyi kavramak gerekir.

Hegel, diyalektiğin çok zor bir bilim olduğuna dikkat çekmişti. Lenin, diyalektiği iyi incelemedikleri ve anlamadıkları için Plehanov’u ve Bucharin’i eleştirmişti. Bizde solcuların çoğu diyalektik üzerine konuşur, ama diyalektik düşünmez.

Kaba, mekanik materyalizmden ve pozitivizmden kurtulmak için, materyalist metafiziği daha iyi kavramaya çalışmak son derece önemlidir. Ne, materyalist metafizik mi? diye homurdanmaları duyar gibi oluyorum. Ben materyalist metafizik ve materyalist ontoloji kavramlarını aynı anlamda kullanıyorum. Ontoloji, varlık bilimi demektir. Yani madde yapısı ve maddenin özellikleriyle ilgilenen bilimdir. Madde, Töz, Şey, süreç, değişim, bilgi, kütle.

Ontolojik kategorilerle epistemolojik (bilgi teorisi) kategorileri birbirine karıştırmamak için de derin felsefi anlayış gereklidir. Bir örnek verelim. 1917 Ekim Devriminden sonra ekonominin yeniden yapılandırılması konusunda tartışmalar olurç Bir kavram ortaya çıkar: Ekonomik-demokrasi. Lenin, konu üzerine yeniden düşündükten sonra bu kavramın yanlış olduğuna dikkat çeker. Şöyle temellendirir düşüncesini: Ekonomi kavramı ekonomik alana, demokrasi ise siyasal alana ilişkin bir kavramdır. Bu iki alanın tek bir kavramda birleştirilmesi doğru değildir.

Doğru düşünmek ve doğru kavramlar üretebilmek için diyalektiğin materyalist yorumunu iyi öğrenmek gerekiyor.

Teşekkürler.

Ben teşekkür ederim Sevgili Kadir.

“Yener Orkunoğlu: 1953’te Kars’ta doğdu. Karadeniz Teknik Üniversitesi Matematik Bölümünü bitirdi. 1977 yılında siyasal nedenlerden dolayı yurtdışına çıkmak durumunda kaldı ve Almanya’ya yerleşti. Darmstadt Üniversitesi Ekonomi-Bilgisayar Mühendisliği bölümünde okuduktan sonra aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Halen aynı üniversitede çalışmakta olan Orkunoğlu, birçok gazete, dergi ve internet sitesinde siyasal ve toplumsal içerikli yazı ve makaleler yayınlıyor.”