Bugün pazar. Hava yaz mevsimine göre belki biraz serin, rüzgarlı. Ama yine de her şey yolunda. Tiyatroya gidiyorum.

GİRİŞ:

Genç Bir Kadın

Son sahneden başlayalım;

"Gökkuşağıııı" diye şaşkınlıkla gökyüzüne bakıyor çocuklar. Ben de önümdeki sıranın en başında oturan genç ve güzel kadına bakıyorum. Kadın yeşil uzun eteğinin ucundan tutup, bir çırpıda çocukların arasına fırlıyor. Orada farkediyorum. Gökkuşağı gökyüzünde falan değil, kadının ayaklarında...!!! Ya da kadın gökkuşağının üstüne çıkmış.

- Ayakları rengarenk...! Bilerek mi giymiş bu ayakkabıları? diye içimden kendime soruyorum. "Kendim" içimden bana cevap vermek yerine ikinci bir soru yöneltiyor.

- Pekiiii, kim bu yeşil etekli kadın?

- Songül Karaca.

Songül Köln´ün Kalk semtinde çalışmalarını sürdüren KomediaTürk´ün hem kurucularından hem de eğitmenlerinden biri. "Ülkü Ayvaz´ın "Yaşasın Gökkuşağı!" adlı oyununu geçtiğimiz pazar günü(24 Haziran) Dillenburger Str.´de başarıyla yönetirken, pedagojik potansiyelini taktirle farkediyorum.

İLK İZLENİM:

Göçkültürü ve Önyargılarım

Yolu Köln´den geçenler bilir, Kalk göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları semtlerden biri. Adım başı Türkçe, Kürtçe, Arapça, Farsça ya da Rusça konuşan birilerine rastlamanız mümkün. Buradaki hayat semtte yaşayan insanların ihtiyaclarına göre düzenlenmiş olduğundan, mesela "Türk Bakkalı" denilen market ya da manavlar, Afrikalilar´a yönelik ürünler satan "Afroshop"´lar, üzerinde "Kiosk" yazdığı halde, işleteni çoğunlukla göçmen olan tekel bayiler, dönerciler, Akdeniz mutfağını sergileyen Arap, Türk, Kürt ya da Yunan restorantları, en az iki dilli ve kendi memleketlerinde akademisyen olan İranlı taksiciler, gelenkesel kıyafetleri içinde gezinen kırılgan Hintli kadınlar karşınıza çıkar. Tabi arada kiliseler ve bu kiliselere ya da belediyeye bağlı çalışan Alman sosyal görevliler görmek de mümkün. Onlar da göçmenlerin hayatına kısmen uyum sağlar, bir yandan da göçmenler Almanya´ya uyum sağlasınlar diye yeni projeler üretmeye çalışırlar.

"Yaşasın Gökkuşağı" adlı çocuk oyununun ismi, tiyatro salonunu ararken ister istemez bu çağrışımları tetikliyor. Dillenburger Str.´deki Arturo salonuna vardığımda alışıldık ve tanıdık bir izleyici grubu ve yine alışıldık ve tanıdık bir iş temposuyla karşılaşıyorum. Herşey belki olması gerektiği gibi değil, ama üç aşağı-beş yukarı beklediğim gibi.

Oyundan önce görüşmek istediğim rejisör(Songül) provada. Orada annesi de var. Onunla sohpet ediyorum. Oyun biraz gecikmeli başlıyor. Başlarken, daha açılışta, Songül "Hatalarımız mutlaka olacaktır. Kusura bakmayın şimdiden." diye bizi uyarıyor. Biz de "sıkıntı yok" babında destek için alkışlıyoruz.

Hemen ardından ilk hata; yanlış müzik, ikinci hata yine yanlış müzik. Üçüncü denemede nihayet doğru müzik bulunuyor. Bildiğimiz bir şarkıda bildiğimiz şekilde çocuklar dans etmeye başlıyor. Bense dansı izlerken içimden eyvah çekiyorum. Ellerim tempo tutarken aklımda alt yazı olarak şu sözleri okuyorum; "iki saatim boşa gitti işte...!!"

Bozulan Ezberim:

Masalcı Abla

Dans bittikten sonra "Çok bilmiş(!!!!)" olduğu her halinden belli mini mini bir hanım gelip karşımıza oturuyor. "Masalcı ablayım ben." diyor. Eeee ...? "Size bir masal anlatayım mı?" Arkadaki çocuklar anlat diyor, tabi ayıp olmasın diye biz seyirciler de katılıyoruz.

- Anlat anlat anlat...

Çocuğun dil kullanımı ve beden dili çok başarılı. Oyunlarda her zaman en kabiliyetli bir ya da iki çocuğun öne çıkarıldığını bildiğimden, masalcı ablanın kabiliyeti de beni pek şaşırtmıyor. Derken ikinci kabiliyetli çocuk da kostümüyle sahneyi dolduruyor. Sonra üçüncü, dördüncü, derken hepsi birden...!!! Biri ötekinden, öteki berikinden kabiliyetli bir sürü çocuk...!!!!

"Songül bu kadar kabiliyetli çocuğu nereden bulmuş?" diye merakla düşünürken, bende jeton düşüyor tabi. "Bulmamış yetiştirmiş." diyorum kendime. Hem de öyle bir yetiştirmiş ki, çocuklar profesyonel oyuncular gibi, hata yaptıklarını farkettikleri anda hiç çaktırmadan düzeltiyorlar. Düzeltecek durumda değillerse de o hataya gülüp geçiyorlar. Orada anne-baba varmış, heyecanmış umurlarında bile değil.

Birden öndeki sırada oturan hafif toplu kadın sahneye fırlıyor. Ne yapacak diye bakarken kadın oyuna katılıyor. Olabilir. Sonra girişte karşılaştığım kısa saçli, siyah tişörtlü kadın da sahneye çıkıyor. Meğer o da oyuncuymuş...! Sonra iki sıra ötede oturan başka bir kadın, arkamdaki adam... Sağımdaki-solumdaki izleyicilerin çoğu oyunun içinde...! Songül de oturduğu yerden seslenerek oyuna yön veriyor.

Ezberim bozulmuş, önyargılarım yıkılmış bir şekilde oyunu izlerken çalışmanın bir çocuk oyunu değil, aile tiyatrosu olduğunu tespit ediyorum. Pedagojik formatını ve buna bağlı olarak kazanımlarını düşününce birden kendimle sesli konuşuyorum:

"harika bir konsept!!!"

Konsept:

Aile Tiyatrosu

Çocuklar -yönetmenin ihtimal verdiği ufak-tefek hataları yapmış olsalar da(!!!)- son derece samimi ve içten oynadıkları oyunun hakkını veriyorlar. Songül herbirini anne-babasıyla birlikte tek tek sahneye çağırıp, onlar için hazırladığı hediyeleri dağıtıyor.

Bir kaç aylık yoğun bir çalışmayla hazırlanan bu oyun beklentimin üstünde bir performansla sonlandıktan sonra ayak üstü konuşuyoruz.

KomediaTürk´ün genel çalışmaları hakkında sohpet ederken, göçkültürünün en doğal haliyle kültürel alanda da gelişmeye başladığını düşünüyorum. Nitekim profesyonel eğitmen kadrosuyla çalışmalar yapan KomediaTürk´ün yetişkinler için de kursları var. Burada tiyatro ve sinema oyunculuğunun kapsamında, dil ve diksiyon eğitimi, dans, doğaçlama, yazarlık, palyaço semineri, müzikal ve performans sanatı gibi derslerin yanısıra tiyatro tarihi de öğretiliyor.

Çocuklar için tiyatro kursu bu çalışmalardan sadece biri. "Yaşasın Gökkuşağı" ise bu ayağın ilk ürünü. Songül izlediğimin sadece bir gösteri olduğunu, esas dramaturjinin ikinci yönetmen Hasan Kaya´nın da katılımıyla yaz tatilinden sonra gerçekleşeceğini söylüyor. Ben yine de bu güzel çalışmaları tanıtmak için güz dönemine kadar beklemek istemiyorum. Yol Tv´de yaptığım programa Songül´ü ve Bahtiyar Engin´i davet ediyorum.

6 Temmuz´da stüdyoda buluşmak üzere ayrılıyoruz.

30.06.2018