Türkiye kamuoyu şu sıralar, Temel ile İdris’in fıkrada »güvercinin kanadi suya deydiydu, değmediydu« türünden tartıştığı gibi, Türk jeti »düşürüldü mü, düştü mü«, »füze miydi, uçaksavar mı« soruları ile meşgulken, arka planda neler olduğundan haberdar mı acaba diye düşünüp duruyorum.

Uçak vakası ile ilgili olarak Türkiye mi NATO’yu savaşa çekmek istiyor, yoksa NATO mu Türkiye’yi sorusu incelemeye değer bir soru olsa da, kanımca asıl ilginç olan önce Libya, şimdi de Suriye örneğinde NATO’nun nasıl bir stratejik gelişme içerisinde olduğudur. Çünkü bu gelişme Türkiye’nin yakın geleceğini doğrudan belirleyecek niteliktedir.

Ama önce şu uçak meselesine değinmeden edemeyeceğim. BM Şartı’nı temel alırsak, elde edilen bulgular Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşa uluslararası hukuku çiğneyerek müdahalede bulunduğunu gösteriyor. Avrupa’daki askerî uzmanlar Türk jetinin muhtemelen Rus hava savunması tarafından vurulduğunu iddia ediyorlar. İşte bu nedenle Türkiye hükümetinin ve askerî yetkililerin ne söylediklerine değil, ne söylemediklerine bakmak gerekir. O zaman da NATO’nun yeni stratejik gelişiminin ne denli riskler taşıdığını görmek olanaklıdır.

Aslına bakılırsa artık »tek« bir NATO’dan bahsetmek yavaş yavaş zorlaşıyor, çünkü ittifak stratejik belirsizliği ile giderek salt bir askerî alt yapı hâline dönüşmekte. Gerçi bu alt yapı, üye ülkelerce tek başına aktive edilecek durumda değil, ama üye ülkelere tek başına hareket etme olanağını giderek daha çok tanıyor.

Örneğin Chicago’da yapılan son NATO Zirvesi, Libya’ya yönelik müdahaleyi, bütün kuralsızlıklarına ve olumsuz sonuçlarına rağmen, bir »başarı« olarak nitelendirdi ve bu başarıyı »esnek ortaklıklar sisteminin« genişletilme zorunluluğu için örnek gösterdi. Zirve özellikle, Suriye’deki çatışmaların şiddetlenmesinde ve dolayısıyla Suriye’nin destabile olmasında en büyük katkısı olan Körfez İşbirliği ülkeleri ile esnek ortaklığın genişletilmesine vurgu yaptı.

Görüldüğü kadarıyla »esneklik« NATO’nun merkezî bir terimi hâline getiriliyor. Bunun arkasında da 2011 Nisan’ında Berlin’de kararlaştırılan »Etkin ve Esnek Ortaklık Politikası« yatıyor. İttifak, bir tarafta Makedonya, Montenegro, Bosna-Hersek ve Gürcistan’ı (en önemli stratejik adım) NATO üyesi yapmaya hazırlanırken, diğer tarafta Akdeniz Diyaloğu (MD) ile Kuzey Afrika ülkelerini, Ürdün’ü, İsrail’i ve İstanbul İşbirliği Girişimi (ICI) ile Körfez İşbirliği ülkelerini esnek ortak yapıyor. İttifak bu esnek ortaklık mekanizmaları ile kendi kurallarına uymadan ve NATO üyesi ülkelerin veto haklarını fiilen kaldırarak, dünya çapında müdahalelerde bulunma olanağına kavuşuyor. Anlayacağınız, tam anlamıyla bir taşeronluk sistemi kurulmuş durumda. Başbakan Erdoğan bu açığa çıktığı için böylesine hiddetleniyor.

Peki NATO ve NATO’nun çekirdek güçleri neden böylesi bir süreci önceliyorlar? Bunun için ABD’ne bakmak gerekir: Afganistan’da askerî açıdan kazanılamayan ve Irak’ta siyasî olarak başarıyla sonuçlandırılamayan savaşlar ABD’ni savaş politikalarını değiştirmeye zorladı. Artık savaşlar asker kaybı verdirmeyen insansız hava araçları ile yürütülmekte. İktisat ve malî krizler, savunma (!) giderlerinin azaltılmasını zorladı. Dünya ekonomisindeki tektonik kaymalar ve BRICS devletleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ile Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, ABD’nin tek kutuplu dünyasına, çok kutuplu dünya konseptini alternatif olarak çıkarttı. Latin Amerika’da da, Küba’nın da üye olarak kabul edildiği CELAC bir karşıt model olarak ortaya çıktı. Arap dünyasındaki gelişmeler ise, henüz tam sonuçlanmasa da, halkların alışılagelmiş egemenlik ilişkilerini yıkabileceklerini gösterdi.

Ortadoğu’daki »Şer ülkelerinden« sadece İran ve Suriye ayakta. Sıra bu ikisinde, ama ABD açısından üstesinden gelinmesi zor sorunlar var. Bir tarafta »Sünnî Yayını« oluşturmaya çalışan Suudî Arabistan ile Türkiye işe karışıyorlar, diğer tarafta ise Akdeniz’deki tek deniz üssü Suriye’de olan ve küresel stratejiler takip eden Rusya sorun yaratıyor. ABD her ne kadar Tahran’a giden yolu Şam üzerinden açma planından vazgeçmemiş olsa da, tüm bu sorunlar planların uygulanmasını çetrefilleştiriyor.

İşte tam bu noktada esnek ortaklık sistemi ile bölgesel güçlerin müdahalesinin önemi ortaya çıkıyor. Alman barış hareketi NATO esnek ortaklık sistemini değerlendirirken, ABD müteahhit, esnek ortaklar taşeron örneklemesini yapıyor. Kanımca doğru bir benzetme ve taşeronun risklerini anlatmak için iyi bir açıklama: İnşaat sektöründekiler iyi bilir – müteahhit ödeme zorluğu çekerse, taşeron iflas eder. Tarihinde bir çok taşeronunu konkordatoya sürükleyen ABD gibi bir müteahhitin yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır. Bu da taşer... pardon, esnek ortakların kulağına küpe olmalıdır.

14 Temmuz 2012