Erdoğan sınırlarını genişletti, ömrünü 2053 e kadar uzattı. 2053 ün nasıl bir sihiri bulunmaktadır. 2053 Erdoğan'ın 'ceddim' diye övündüğü Osmanlı padişahı Fatih'in İstanbul’u almasının 600 yılı. Erdoğan 2053 tarihini bu duruma gönderme yapmak amacıyla kullanmaktadır. Aslında tam da bu ifadelerle gerçek niyetini de bir defa daha ortaya koymuş olmaktadır. Erdoğan güncellenmiş bir Osmanlı İmparatorluğu yaratmaya ve bu amaca uygun olarak yapılandırılmış bir İslam Halifeliği tesis etmeye çalışmaktadır. Bunun dışındaki bütün belirleme ve değerlendirmeler gerçeğin sadece bir kısmını ifade edebilir, tamamını değil.

Erdoğan bu hedefine doğru giderken, bazen 'Viyana kapılarına dayanan' Osmanlı pozuna, bazen de dünyanın 'yedi düveline' karşı savaşan anti emperyalist kahramanı pozuna, girmektedir. Her iki rolden de yaralanmaya, her rolden nemalanmaya çalışmaktadır. Osmanlı padişahı iken eskiye özlem duyanların, İslam vurgusuyla dini referansı güçlü olanların, yedi düvele karşı savaşırken de sözde anti emperyalist olduklarını sanan sol çevrelerin hassasiyetlerine seslenmektedir. Öte yanda zaten ırkçı söylemleri de Bahçelinin elinde almış bulunmaktadır. Böylece ne kadar pespaye, gerici, ırkçı söylem varsa onların hepsinden sonuna kadar yararlanmayı esas almaktadır. Hatırlanacağı gibi Erdoğan iktidara gelirken Gülencilerle ve liberallerle başladı, bitirirken ırkçılarla ve başkaca gericilerle bitirecek.

Erdoğan'ın bu politikaları, gerçekten bu söylediklerini yapabilecek güce sahip olmasından kaynaklanmamaktadır. Erdoğan'ın bu politikalarının nedeni, kişisel geleceğini ve Türk devletinin kurtuluşunu, gerçekleştirmek istediği 'Büyük Türk- İslam İmparatorlğuna' bağlamış olmasındandır. O nedenle Erdoğan'ın izlediği bu tarz-ı siyaset, Türk devletinin izlediği rutin politikaların dışında, hatta o politikalara aykırıdır ve bu anlamda dikkat çekmekte, önem arzetmektedir.

Öte yanda Erdoğan'ın bu ırkçı, gerici ve kuralsız şiddete dayanan siyaset tarzı, hem başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere tüm Türkiye halklarında, hem de bölge ve özellikle Avrupa halklarında önemli bir tepki yaratmış bulunmaktadır. Erdoğan dünya ve bölge halklarında siyasal zihniyetine karşı gelişen bu tepkiyi de bir sermayeye dönüştürmek istemektedir. Geliştirmeye çalıştığı işgalcı,gerici ve ırkçı politikalarını anti emperyalizm olarak pazarlamaya çalışmakta, katliamcılıkta ve demokrasi düşmanlığından siyasal rant yaratmak istemektedir. Sorunun bu yanına dair etkili bir mücadelenin mutlaka yürütülmesi, işgalci Erdoğan'ın anti emperyalist olmadığının, olamayacağının kuvvetle anlatılması, anlaşılması gerekmektedir.

Erdoğan'ın bu politikalarına karşı, yapılması gereken bir diğer özgün görev de dayatmış bulunmaktadır. Bugün sahada mücadele eden toplumsal- siyasal mücadele dinamiklerinin varlığı ortadadır. Erdoğan diktatörlüğüne karşı Kürtlerin, Alevilerin ve Türkiye halkarının, devrimc, ve demokratlarının mücadelesi, kararlılıkla, fadakarlıkla ve esaslı bir direnişle devam ediyor. Aynı şekilde tüm Türkiye haklarının mücadelesi ülke dışından da sürdürülüyor. Ancak sürdürülen bu mücadeleye bağlı olarak, ortaya çıkan özgün bir mücadele dinamiğinin de gözden kaçırılmaması, özenle, önemle ele alınarak etkinleştirilmesi gerekmektedir. Bugün, Türkiye halklarının dışında, bölge ve Avrupa halklarının da, Erdoğan diktatörlüğüne karşı etkin bir tepkisi, karşıtlığı söz konusudur. Bu durum, adı geçen halkların her kesiminde, her fırsatta ve en üst düzeyde açığa çıkmaktadır. Herhangi bir Avrupalıya (Alman, Fransız, İsveçli, İsviçreli vb.) sorulduğunda, hiç bir özel açıklamaya, ikna çabasına gerek kalmadan ve çok yaygın ve yoğun bir biçimde, Erdoğan'a karşı tepkili olduklarını çok açık bir biçimde ifade etmektedirler.

Aynı durum Ortadoğu halkları açısından da söz konusudur. Bölgenin işgalcı- zorba bir gücü olarak Türk devletine ve Erdoğan’a karşı önemli bir tepki bulunmaktadır. Avrupa ve bölge halklarının bu tepkisi, bir araştırma konusu olsa Erdoğan'ın ve Türk devletinin itibarının hiçte iç açıcı olmadığı görülecektir. Aslında bu durum, belirtilmeye çalışıldığı gibi, Türkiye ve dünya demokrasi güçleri ve halkları açısında önemli bir avantaj ve yeni bir mücadele alanı olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. Avrupa ve bölge halklarının bu kadar açık sosyo-politik tepkisinin örgütlü bir güce dönüştürülmesi, Avrupalı demokratik parti ve kurumların yapması gereken en önemli iştir. Normal zaman ve koşullarda çok kolay yaratılamayacak olan Avrupa ve bölge halklarının bu kitlesel tepkisi, faşizme, ırkçılık ve gericiliğe karşı dünya halklarının mücadele birikimi ve deneyleriyle yaratılmış, açıklığa çıkmıştır. Bugün ve hemen yapılması gereken, yılların mücadeleleriyle elde edilen kazanımların ortaya çıkarttığı bu tepkinin, demokratik parti ve kurumlar tarafında, siyasal sonuç almayı sağlayacak bir güce dönüştürülmesidir. Avrupa halklarının Erdoğan diktatörlüğüne karşı geliştirdiği bu karşıtlık, yıllarca sürecek bir çalışma veya sayfalar dolusu anlatımlarla elde edilemezdi. Bugün böyle bir tepki var ve bunu örgütleyerek toplumsal mücadele alanına taşımak gibi bir sorumluluk bulunmaktadır.

Elbette Erdoğan'a karşı mücadele Avrupa, bölge ve dünya halklarına ihale edilemez. Aslolan Türkiye halklarının mücadelesi olacaktır. Ancak Avrupa, bölge ve dünya halklarının Erdoğan'a karşı ortaya koyduğu bu tepkiyi görmezden gelmek veya önemsememekte doğru bir tutum olmayacaktır. Avrupa ve bölge halklarının Erdoğan'ın ve Türk devletinin içerde katliamcı, dışarda işgalcı politikalarına karşı geliştireceği örgütlü mücadele, herkesin hayrına olacaktır ve tüm dünyanın böyle bir mücadeleye ihtiyacı bulunmaktadır.

 Avrupa ve bölge halklarının Erdoğan diktatörlüğüne karşı daha etkin mücadele etmesi, aynı zamanda kendi geleceklerini ilgilendiren bir sorun olarak ele alınmalı ve öyle görülmelidir. Avrupa ve bölge halklarının demokrasi güçleri ve Türkiyeli demokratik kurum, parti ve örgütlülükler, bu gerçek üzerinde harekete geçmedikleri ve ellerinden geleni yapmadıkları sürece Erdoğan diktatörlüğünün gazabında kurtulamayacaklardır. Tam da bu nedenle Avrupa ve bölge halklarının kurumları ve halkları, Kürtlere, Alevilere ve demokrasi güçlerine yardımcı olmak anlamında değil, kendi geleceklerinin kanlı bir karanlığa mahkum edilmemesi için Erdoğan dikatatörlüğüne karşı mücadeleyi daha etkili ve kitlesel kılmayı, bu işi dışarının işi olarak değil, bizatihi kendi işleri olarak görmeyi gündemlerine alabilirler/almalıdırlar.
 

Bu konuyla ilgili olarak yapılması gerekenler çok bilinmez ve zor işler değildir. Bütün Avrupa ülkelerinde ve özellikle Avrupalı demokratik kurum, parti ve örgütlerin öncülüğünde, Erdoğan diktatörlüğüne karşı, etkin ve kitlesel eylemler yapılabilinir/yapılmalıdır. Bu etkinlik ve eylemler çeşitlendirilerek ve zamana yayılarak sürekli yapılabilinir.
 

Avrupa halklarının bu konuda duyarlı ve ilgili olduğu daha önce belirtilmişti. Bu ilginin hat safhada ve kitlesel olduğu bu koşullarda, Avrupa halklarının ortaya koyacağı eylemsel Erdoğan karşıtlığı, ciddi etkiler ve sonuçlar yaratacaktır. Avrupada yaşayan Türkiyeli halkların daha etkili ve daha özgüvenli bir tutum içine girmelerini sağlayacağı gibi, halklararası kardeşliğe ve Avrupalı demokratik kurum ve partilerin kitle bağlarının güçlenmesine de hizmet edecektir. Elbette bu türden güçlü kitlesel eylemlerin en büyük etkisi, Erdoğan diktatörlüğünü zayıflatmak ve Türkiye halklarının Erdoğan'a karşı sürdürdüğü mücadeleye moral vermek olacaktır.
 

Erdoğan'ın uyguladığı ve bütün halklara ve dünyaya kabul ettirmek istediği siyasal sistem, savaşçı, katliamcı ve işgalcı bir sistemdir. Erdoğan'ın bu sistemini kurmasını engelleyen/engelleyecek olan, Kürtlerin, Alevilerin, Türkiye demokrasi güçlerinin, emekçilerin ve bütün dünyanın halklarının birleşik direnişidir. Bu anlamda Kürtler, Aleviler ve Türkiyenin demokratik devrimci güçleri, en zorba koşullardan da olsa, üzerlerine düşeni yapmaya çalışmaktadırlar. Bunun yanında Avrupa ve bölge halklarının da Erdoğan sistemine karşı yaygın ve güçlü bir tepkileri bulunduğu belirtildi. Avrupa ve bölge halklarının bu tepkisini örgütlü ve çözüm odaklı bir mücadele dinamiğine çevirmek gibi zorlu bir görev, yerine getirilmeyi beklemektedir.
 

Erdoğan diktatörlüğünün yıkılmasını isteyen ve bunun için çalışan herkesin, bu göreve dair de yapması gereken ve yapabileceği işlerin bulunduğunu söylemek gereklidir. Erdoğan, sadece Türkiye halklarına değil, bütün dünya halklarına düşmanlık yapmaktadır ve tam da bu nedenle, yani bütün dünya halklarının huzuru ve selameti için yıkılmalıdır. Bu gerçeğe inanmak Erdoğan'ın yıkılmasını hızlandıracak ve kolaylaştıracaktır. Avrupa ve bölge halklarını bu amaçla örgütlemek ve kitlesel etkinliklere katmak, Erdoğan'ın yıkılmasını daha da yakınlaştıracak ve kaçınılmaz kılacaktır. Erdoğan'ı yıkmak isteyen herkesin, doğal görev ve sorumluluklarnın yanında, harekete geçirebileceği bir Avrupalı arkadaşı, mutlaka vardır. 'Mutlak kazanacağız' diyenlerin ikna gücü, Avrupalıların harekete geçmelerini sağlayacaktır. Halkların birleşik direnişi kazanacaktır.