63 yıllık gazetecilik yaşamımda, özellikle de yayın yönetmenliği yaptığım dönemlerde, mizah ve de sanat-edebiyat yazarlarının yapıtlarını değerlendirmek, onların yazılarına, eleştirilerine, önerilerine olduğunca geniş yer verebilmek başlıca kaygılarımdan biri oldu...

Yazarlardan Yaşar Kemal, Halikarnas Balıkçısı, Aziz Nesin, Çetin Altan, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Sermet Çağan, Can Yücel, Naci Sadullah, Refik Erduran, Haldun Taner; karikatüristlerden Oğuz Aral, Nehar Tüblek, Mıstık, Tan Oral, Suat Yalaz, Ferruh Doğan, Yalçın Çetin, Eflatun Nuri, Erdoğan Özer, Mim Uykusuz, Altan Erbulak, Tonguç Yaşar, Bedri Koraman, Ratip Tahir Burak asla unutamadıklarımdan...

Anımsayamadıklarım varsa affola!

Günlük gazetelerin genellikle spor sayfasından itibaren okunmaya başladığı sevgili anayurdumuzda bu nedenledir ki spor sayfalarını yöneten arkadaşlarımla zaman zaman gerilimli çelişkiler de yaşadım...

Bu girişi yapmamın nedeni: Erdinç Utku'nun yeni yayımlanan kitabı: Türkçe Ağlayan Köpek (Belçika'dan Memleket Tadında Pazar Yazıları)*.


Erdinç'i 1992 yılından itibaren Cumhuriyet'te yazdığı "Yüksek Gerilim Hattı" aforizmalarıyla, daha sonra da Cumartesi Eki'nden Belçika yazılarıyla ismen ve fikren tanıyordum. Belçika'da Binfikir'in yayına başlamasıyla yine kağıt üzerinde daha yakından tanımam mümkün oldu.

Eşi Serpil Aygün ve diğer genç gazetecilerle birlikte önce Internet üzerinden başlattıkları, daha sonra basılı gazete olarak sürdürdükleri Binfikir'in yaşatılabilmesinin ne denli zor bir girişim olduğunu çok iyi biliyorum.Yakından izledim...

Hele buna ek olarak gerçekleştirdikleri bir dizi sanat ve tiyatro çalışması... 

Serpil'le çok önceleri, Hrant Dink'in katledilmesinden sonra konuşmacı olarak katıldığım bir protesto gösterisi sırasında tanışmıştık. 

Türkiye'de olduğu gibi yurt dışındaki Türkiye kökenli nüfus içerisinde kadın gazeteciliğin karşılaştığı tüm engellere ve zorluklara büyük bir cesaret ve özveriyle direnen bir meslekdaşımız... Serpil'in kavgası özellikle Türkiye'nin ilk kadın gazete yöneticilerinden biri olan İnci için daha da ilgi çekiciydi...

Erdinç'le tanışmamız ise, bilmem nedendir, daha uzun zaman aldı.2014 yazında evlerinde bir araya geldik; siyaset, edebiyat, gazetecilik, tiyatro ve de en önemlisi Belçika'daki Türkiyeli toplumunun sorunları üzerine saatlerce söyleştik. 

Tüm bu konularda çözüm yolları üzerine aynı şeyleri paylaşmasak da, demokratikleşme ve özgürlüklerin savunulması ortak kaygılarımızdı.

Erdinç'in geçen ay Türkiye'de basılan 162 sayfalık Türkçe Ağlayan Köpek kitabını bir solukta okudum... 

Belçika'daki ve genellikle Avrupa'daki Türkiyeli topluma ilişkin 2000 yılından günümüze kadar olan gözlemleri yer yer fincancı katırlarını ürkütecek derecede, ama Nasreddin Hoca'ya ve Aziz Nesin'e yakışır bir mizahi anlatımla kağıda dökülmüş.

Öyle ki, okuduğum bazı yazılarda 2000'den önceki döneme, İnci'yle birlikte bizzat yaşadığımız 1971'den 2000'e kadarki 29 yıllık sürgün dönemine de rahatça uygulanabilecek, Aziz Nesin'in deyimiyle "güldüşünsel" betimlemeler var.

Okurken çok çok güldüm ve de düşündüm...

Ama kitaba adını veren Türkçe Ağlayan Köpek, sadece bebek yaşta toprağından kopartılıp Belçika'ya getirilmiş bir Kangal köpeğinin değil, anavatanlarından ister ekonomik nedenlerle, isterse siyasal, etnik ya da dinsel baskılar nedeniyle ayrı düşen sürgünlerin ömür boyu yüreklerinden taşıdıkları ya da taşıyacakları o tarifsiz acının öyküsü. 

Okurken boğazımda bir şeyler düğümlendi. 

Tam 44 yıl önceki 12 Mart darbesinden sonra evimizi, yayınevimizi, dostlarımızı ve ülkemizi terkederken geride sahipsiz kalan sevgili karakedimiz Çita'yı düşündüm.

Evet, sürgün insan duyguludur, duygu doludur, dokunsan ağlayacak gibi olduğu zamanlar eksik olmaz yaşamından.

Ne ki o insanlar sürgünün ve göçün o tariflere sığmaz koşullarında sadece ve sadece kendi ana dillerinde ağlarlar, yaşadıkları ülkenin dillerinde, fransızca, flamanca ya da almanca değil... 

Onurla yaşamda kalabilmek onların ahir ömürlerinde insan olarak son sığınaklarıdır...

Sadece ve sadece, ana dillerinde ağlayabilirler, sevinçlerini ve öfkelerini ana dillerinde dile getirirler, en sunturlu küfürlerini yine ana dillerinde haykırırlar: Türkçe de olabilir, Kürtçe de, Süryanice de, Ermenice de, Rumca da, Arapça da...

Sanıyorum sürgünümüzün 10. yılıydı... Türkiye'den bizi ziyarete gelen dostlarımızın konusmalarında öyle ifadeler geçiyor, öyle bir argo kullanılıyordu ki! Okkalı küfürleri benden daha cesaretle kullanan İnci bile şaşkına dönmüştü.

Sokak dilinde ifade yeteneğini yitiriyoruz korkusuyla başta sevgili Oğuz Aral'ın Gırgır'ı olmak üzere Türkiye'de yayımlanan tüm mizah dergilerine abone olduğumuzu anımsıyorum.

Evet, büyük ozanımız Nazım Hikmet'in dediği gibi, bizim kuşağımız da, soy, inanç, dil farkı ne olursa olsun, Hoca Nasreddin gibi ağlıyan/ Bayburtlu Zihni gibi gülendir.

Sevgili Erdinç, yazarlığının 30. yılında kalemine, klavyene sağlık...

Basın, sanat, tiyatro ve sosyal hizmet serüvenlerinizde Serpil'le ve de Emre'yle birlikte sana yeni yeni başarılar diliyoruz.


*Erdinç Utku, Türkçe Ağlayan Köpek, Detay Yayıncılık, Ankara, 2015

Online satış: 

www.detayyayin.com.tr

http://www.turkkitap.de/turkce_aglayan_kopek/id/24683