20 Şubat cuma günü Brüksel’de varılan anlaşma üzerine haberler gelince, Almanya kendisini muzaffer ilan etti ve basının büyük bir bölümünün de bu varsayımı üstlenmesi şaşırtmadı. Güvendikleri ve kendisinden alıntı yaptıkları kaynakları otorite sayılanlardı. Bu şekilde Londra’da yayınlanan The Independent şöyle yazdı: “Müzakerelerin sonuçlarının Yunanistan için alçaltıcı bir yenilgi demek olduğu konusunda bir dizi analizci görüş birliği içindedir.” Her ne kadar aşağılarda bir yerde bunlardan iki metinden alıntı yapılsa da, bu analizciler hakkında hiçbir bilgi verilmemekte, kendileri ve kurumsal bağlantıları bilinmez kalmaktadır. Metinde alıntılanan iki kişinin ikisi de bankalar için çalışmaktadır. İstenirse, bu tür örnekler Atlantik’in her iki yakasında epeyce bulunur.

ABD’de yayınlanan The New Yorker dergisi ise başka türlü davranıyor. Bu, belli bir hedef kitleye seslenen, olağanüstü bir üne sahip bağımsız bir yayındır. İktisat ve maliye editörü John Cassidy analitik bir zeka olarak kabul edilmektedir. Okuyucular, onun yazdıklarını ciddiye almak eğilimindedir ve eğer bir konuda yanlış yaparsa, bu hiç de önemsiz değildir. Cassidy’nin müzakerelere ilişkin değerlendirmesi, “Yunanistan’ın Nasıl Manevra Yaptığı Üzerine” başlığını taşıyor ve giriş paragrafı ise şöyledir:



“Yunanistan’ın Syriza önderliğindeki yeni sol hükümeti haftalardır, varolan yardım önlemlerini uzatmak için başvuru yapmayacağını, aksine kendisine bir hareket alanı sağlayacak bir yeni kredi anlaşması istediğini açıklıyor; bu nedenle ortaya çıkan anlaşma, Syriza tarafından kapitülasyon olarak ve Almanya ile geri kalan AB kuruluşları için de zafer olarak görünüyor.”


Gerçekte hiçbir zaman yeni bir kredi anlaşması beklentisi olmadı, en azından Yunanistan’a elini tamamen serbest kılacak bir anlaşma beklentisi olmadı. Kredi sözleşmeleri her zaman belli koşullara bağlıdır. Bu nedenle Yunanistan için tek alternatif, ya yükümlülüklerle bağlantılı bir anlaşma yapmak ya da hiç anlaşma yapmamaktır. Bu konuda karar da 28 Şubat günü verilmeliydi.Yani Yunan bankalarının Avrupa Merkez Bankasınca desteklenmesinin sona ereceği gün. Herhangi bir uzlaşmaya varılmasaydı, bunun Yunanistan için anlamı, sermaye hareketlerinin denetim altına alınması veya yerli bankaların çöküşü, ödeme acizliği veya erkenden Avro bölgesinden ayrılma olacaktı. Syriza, ülkesinin Avrupa’yla ilişkisini kesmek için yola çıkmadı ve onun için seçilmedi. Bundan dolayıdır ki, hükümet, seçim vaadine bağlı kalmak için, Atina ile Avrupa arasındaki ilişkiyi her iki tarafa da kabul edilebilir gelecek bir tarzda “uzatmak” zorundaydı.

Fakat tam olarak uzatılacak olan şey ne olacaktı? Bu konuda müzakerlerde bir rol oynayan iki formülasyon var (“Yardım önlemlerinin uzatılması” şeklindeki muğlak talep bunlara dahil değildir). Troyka’nın belgelerinde mevcut yükümlülükler ve koşulların kabulünü içeren “yürüyen programın uzatılması”ndan söz ediliyordu. Yeni Yunanistan Hükümeti için ise bu sözkonusu olamazdı. Buna karşılık onun için teknik olarak daha uygun olan “kredi anlaşmasının uzatılması” formülasyonu daha az sorunlu idi. Sonuç belgesi, şimdi sadece “Master Financial Assistance Facility Agreement» (MFFA) uzatmaktadır ki, bu onun [Yunanistan] için daha da iyidir. MFFA “bir dizi yükümlülüklerle birlikte yürür”; bu yükümlülüklere biçimsel görünür ama bu anlaşmadan ayrıdır. Kısacası: MFFA’nın uzatılması konusunda anlaşma yapıldı ama bununla bağlantı yükümlülükler yeniden gözden geçirilip konuşulacak.

Ayrıca Yunanistan müzakere ekibi, Avro Grubu Başkanı Jeroen Dijsselbloem’in bir bildiri taslağında Pazartesi günü öğleden sonra o enfes “arrangement” [aranjman, düzenleme] sözcüğünü keşfetti ki, bu sözcük artık dizginsiz kullanılmaya başladı. Cuma günkü belge, bu bakımdan bir şaheserdir: ”Uzatmanın amacı, gözden geçirme işlemlerini şu andaki aranjmanda geçerli koşullar temelinde başarılı biçimde bağlayabilmektir; bunu yaparken, Yunanistan hükümet temsilcileri ve kurumlarla sıkı mutabakat içinde varolan esneklik optimal olarak kullanılacaktır. Bu uzatma, ayrıca sorunları aşmaya hizmet etmeli ve Avro Grubu, kurumlar ve Yunanistan arasında olası müteakip aranjmanlar üzerine yapılacak tartışmalar için zaman sağlamaldır. Yunan Hükümeti temsilcileri 23 Şubat 2015 Pazartesi gününe kadar şu anda geçerli aranjman temelinde planlanan reformları içeren bir ilk listeyi sunacaktır. Kurumlar bunun ilk adımda, gözden geçirmenin başarılı sonuçlanması için bir kalkış noktası olarak yeterli olup olmadığını değerlendirecektir.”

Burada “yürüyen program”ın yükümlülüklerine kayıtsız şartsız bir bağlılıktan eser yoktur. Bu söylem içinde buna ilişkin kavram ve koşulları arayan, hiçbir şey bulamayacaktır. Yani Troyka Atina’ya seyahat gidebilecek ve Maliye Bakanlığından daha önce işten çıkarılan temizlikçi kadınların yeniden işe alınmasından yakınabilecek değildir.

Yunanistan ile Avrupa arasındaki mücadelede gerçekte sözkonusu olan şeyin ne olduğu, ancak önceki Yunanistan hükümetinin imzaladığı o kötü ünlü “memorandum of Understanding”[Niyet Beyanı] dikkatlice incelenirse, ortaya çıkar. Her şeyden önce bir kere daha terkarlayalım: Bu belge yer alan her şey, mantıksız veya istenemez değildir. Pekçok şey AB yasa ve yönetmeliklerine uygundur. Vergi kaçakçılığı ve yolsuzluğu engellemeyi veya kamu yönetimini modernleştirmeyi hedefleyen önlemler, politik olarak baştan aşağı anlamlıdır ve Syriza tarafından bu nedenle savunulmaktadır. Dolayısıyla yeni Yunan Hükümetine, memorandumun yükümlülüklerinin “yüzde 70’ini” sürdürmeyi garanti etmek hiç de zor gelmemektedir.

Geri kalan “yüzde 30”un hemen hepsi aşağıdaki üç kategoriye girer: Bütçe politikasına ilişkin hedef mutabakatları, zorunlu satışlar/kısa vadeli özelleştirmeler ve çalışma hukundaki değişiklikler. Yunan Hükümetine yüzde 4,5’luk bir “temel fazla” hedefi koymak, daha sonra fısıltıyla kabul edileceği gibi, hiç de gerçekçi değildir. Yeni hükümet, özelleştirmenin kendisine karşı değildir, aksine özel tekeller ve haksız fiyat belirlemelere yol açacak özelleştirmelere karşıdır. Ve devlete nerdeyse hiç para getirmeyen zorlama satışlara karşıdır. Çalışma hukukuyla ilgili sorunlarda ilişkin olarak ise, temelden muhalif bir tavrı vardır. Yunan Hükümetinin tavrı, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) normlarıyla uyumlu iken, son “yardım programının” yükümlülükleri çalışma ve sosyal yaşam standartlarına aykırıdır. Bu farklılıklar şimdi tartışma konusudurç Buna karşı hiç kimse belli ki eski bütçe politikası hedeflerine sarılmamaktadır. Ve Yunan Hükümeti, yeni bir kredi anlaşması yapmayı arzuladığı gelecek dört ay içinde “tek yanlı” önlemleri düşünmediğini açıklamıştır.

Cassidy’ni makalesinde bu noktaların bazıları ele alınmaktadır, ama “anlaşma büyük ölçüde Kenynesçi konjunktür programlarını dıştalamaktadır” iddiasında bulunarak, onun kazanımlarını önemsiz göstermektedir. Fakat hangi belgede böylesi programlar bir kere olsun kabul edilmiştir ki? Yunanistan devletinin parası yok, hükümet müflis. Kapsamlı bir Keynesçi ekonomi politikası gündemde değildir; çünkü bu, Avro’dan çıkmayı ön gerektirirdi. Ancak yeni bir para birimiyle böyle talep artırıcı ve büyümeye yönelik bir yol, tüm bilinen tehlikeleriyle birlikte, düşünülebilirdi. Ama Avro bölgesinde kalmak isteniyorsa, yatırımlar için gerekli para, vergi toplamada gösterilecek büyük çabalardan veya dışardan özel yatırımcılar ve Avrupa Yatırım Bankasından gelmelidir. Cassidy’nin suçlaması, bu nedenle tamamen havada kalmaktadır.

Bir başka gerçekle alakası olmayan saçma düşünce, Syriza ekibinin “pratikte hiç yoktan ortaya çıkan” politik başarının tam “sarhoşluğu” içinde olduğudur. Aksine parti aylardır eğer Aralık’ta yeni seçimleri dayatmak mümkün olursa, Syriza’nın kazanacağından emin olabiliyordıu. Başbakan Alexis Çipras 8 Şubat Pazar günü ulusun durumu üzerine konuşmasıyla Yunanistan Parlamentosunu açarken, oradaydım. Çipras, iktidar sarhoşluğuyla alakası olmayan bir politikacıdır. Ve Yanis Varoufakis beni maliye bakanlığında kabul edip, birlikte Çipras’ın hükümet açıklamasını dinlemek için parlamentoya doğru yola çıkarken bana söylediği ilk söz “zehir kasesinin sunulmasına hoşgeldiniz” idi.

Cassidy’nin Çipras ve Varoufakis’in diplomatik çabalarıyla ilgili yargısı, her ikisinin de “yüksekten attıkları” idi. Ancak yerinde bir gözlemci olarak şunu söyleyebilirim ki, Yunanistan Hükümeti kararlılık göstermiş ve Varoufakis’i izole etmek için başlangıçta yapılan hiç bir oyuna gelmemiştir. Daha sonra müzakereler sırasında AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve Ekonomik İşlerden Sorumlu Komiser Pierre Moscovici, savunmadan çıkmışlar ve yardımlarını sunmuşlardır. Pazartesi günü de bir anlaşma için ilk yapıcı taslağı ortaya koymuşlardır. Bunun üzerine diğer hükümet temsilcileri, katı tutumlarından geri adım atmışlardır. Daha sonra sonuç evresinde Alman Hükümetinin bütün kamuoyu önünde çatlak göstermesi dikkate değer bir şeydi: Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble önce aksini ifade ettikten sonra, Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel, Yunanistan’ın mektubunu görüşmelerin devamı için bir temel olarak gördüğünü duyurdu. Bu Başbakan Angela Merkel’in Alexis Çipras’la telefon görüşmesi yaparak, havanın değişmesine vesile oldu. Belki de bütün bunlar bir senaryo idi, ama sonunda Schäuble geri adım atmak zorunda kaldı. Bütünbu olgular, Cassidy’nin dikkatinden kaçmış görünüyor.

Bunun yerine o, Yunan tarafının daha müzakerelerin hemen öncesinde kendisinin hiçbir baskı gücü olmadığını kabul ettiğini, bunun üzerine “Varoufakis’in Yunanistan’ın Avro’dan çıkış kartını oynayamayacağını anlayınca”, birden bütün avantajın Schäuble’nin tarafına geçtiğini yazıyor. Gerçekte ise, Varoufakis’in The New York Times’daki yazısında bizat kendisinin ifade ettiği gibi, onun poker oynayarak karşısındakine bölf yapmak niyeti asla olmamıştır. Ve ben seçimden daha iki gün sonra Social Europe internet platformunda şöyle yazdım:

“Yunanistan’ın hangi gücü var? Açıktır ki, pek fazla değil. Karşı tarafın elinde ise ağır toplar mevcut. Fakat hiç de küçümsenemeyecek bir şey de var. Başbakan Çipras ve ekibi, akla hitap edebilir ve her türlü tehdidi bir kenara koyabilirler. Öte tarafın doğru ve ahlaki bakımdan düzgün yanıtı, görüşmeler sürerken [...] Yunanistan’a mali olarak hareket alanı tanımak ve dolayısıyla belli bir mali istikrar sağlamak olurdu.”

Sonunda tam da bu oldu. Ve bunun ana nedeni, makalemde belirttiğim şey, yani Başbakan Merkel’in Avrupa’nın dağılmasından sorumlu tutulacak bir politik lider olmak istememesidir.

Alexis Çipras kısa bir süre önce, Yunanistan’ın savaşı değil ama bir muharebeyi –belki de sadece küçük bir çatışmayı- kazandığını açıkladığında, haklı idi. Fakat Syriza seçim zaferinin yarattığı baraj çatlağını, tersine çevirmek mümkün değildir. Psikolojik olarak bakıldığında Yunanistan’da muazzam değişiklikler ortaya çıktı. Atina’da altı ay önce asla olmayan bir dönüşüm havası ve gurur hissediliyor. Yakında İspanya’da da yeni bir cephe ortaya çıkacak, sonra belki İrlanda veya Portekiz ve seçim yapılacak tüm ülkelerde. Yunan hükümetinin önünde duran müzakereleri kesmesi ve tamamen teslim olması pek olası değildir. Ama ilk küçük çatışmayı kazandıktan sonra gerçekte hareket alanının ne kadar büyük olduğunu hissettirinceye kadar, biraz zamana ihtiyacı var. Bir yıl içinde Avrupa’nın politik manzarası herhalükarda bugünkünden başka olabilecektir.

Bu makale ilkin tartışma dergisi “socialeurop.eu”da İngilizce olarak yayınlandı. Link adresi:http://www.socialeurope.eu/2015/02/greek-deal. Almancası: Britta Grell. James K. Galbraith, 1952 doğumlu, Amerikalı bir iktisatçıdır. Halen profesör olarak Texas’taki Lyndon B. Johnson Schol of Public Affairs’da çalışıyor. Harvard ve Yale üniversitelerinde iktisat okudu, daha sonra ABD Kongresinde çalıştı. Galbraith 2013 yılı yazında Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis ve eski Britanyalı politikacı Stuart Holland ile birlikte “Avro Krizinin Çözümüne Mütevazi Katkılar” adlı çalışmanın yeni baskısına katkıda bulundu. 2010’da Zürih’teki Rotpunkt Yayınevinden “Yağmalanan Devlet veya Serbest Piyasaya Karşı Olan Şey” adlı kitabı yayınlandı.