Memleketin halini görmezden gelip edebiyattan bahsetmenin ne yeri ne zamanı diye düşünenler, aslında edebiyat yaptıklarının çok iyi farkındalar. Ama nedense farklı takılmak ve öyle görülmek daha çok hoşlarına gidiyor. Edebiyatın içine koca bir yaşamı sığdıranlar gelip geçici hükümetlerin veya politikaların estirdikleri en baskıcı veya radikal rüzgârların, ne kadar uzun sürerse sürsün, fani olduklarını çok iyi bilirler. Çağdaş aydın kıtlığı yaşanan diyarlarda bilgisayarın önüne oturup klavyeye dokunan, kendini entel sanıyor. En vatanseverinden en vatan hainine kadar konuştukları dil nasıl da birbirlerine benziyor. Kavram kargaşaları arasında at, ot, but, yat, sat, mit, git, it izleri birbirine karışıyor. Oysa nasıl da dupduru ve bem berrak renkler, sesler, harfler, her türünden sözcükler ve havasız tümceler. Ezenler ile ezilenler arasında dünya, ak ile kara kadar belirgin, saflar o denli açık ve net. Gerisi, hava civa, laf olsun torbalar dolsun, dostlar siyasi görsün yarışmasında saf tutmak. Siyasal İslam atağa geçip Kemalistlerden iktidarı kaptı. Retöcüler, Fetöcüleri ve bunların nezdinde her türden muhalefeti buldozer gibi ezdi eziyor. Bizim eski kuşak solcuların ezici çoğunluğu ya arazi ya da Perinçekçi oldu. En namuslu çıkanları ya mezarda, ya içeride, ya da hâlâ dağda. Türkiye´nin 15 Ağustos’u denilebilecek Gezi´den geriye birkaç nostaljik anı dışında bir şey kalmadı. Yığınlara, halka, çapulcuya güvenmeyenlerin hayal kırıklıkları her geçen gün arttıkça artıyor. Batı ile ilişkiler görsel anlamda soğuk, gizli kapılar arasında aşne fişne. Arap gericiliği ile sıkı fıkı ilişkilerde gebe kalanlar, her zaman olduğu gibi yerli işbirlikçileri, bunların bekçileri, her türden dalkavukları, medyadaki tetikçileri kitlesel bir yalaka takım olarak yine tarihe iz bırakıyorlar. Her türden karşı ve aykırı sesi terörizm, İslam düşmanlığı, ateistlikle suçlayan Allahsız kitapsızlar, göstermelik artistlik ve takiyelerle, orada burada namaz şovları, çocuk tecavüzleri, kadına hakaretlerle yakın tarihin utancı olarak sahnedeki rollerini çoktan aldılar. Algı operasyonlarını, Çinlilerden kapan Amerikalılardan aşıranlar bunun en daniskasını yapıp, sosyal medyada ata sporu olan topluca cirit atmakta ayak diretiyorlar. Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde her yıl basılan roman kadar roman basıldığını iddia edenler, okunması, satılması, anlaşılıp tartışılması konularını es geçiyorlar. Buralarda devlet vatandaşı okusun diye otobüslere bile alınıp okunması için raflar yaparken, bizde hâlâ kitap düşmanlığı tam gaz devam ediyor. Edebiyatçısını bile o denli korkutup sindirmiş ki, bizim kalem erbabı genel aurası itibarıyla muhalif ama kalemi ile etliye sütlüye karışmaktansa beklemek en akıllıcası demekte ısrar ediyor. Güz gelince Kürtlerin de bir devleti olacak belli, beğenilmeyen hoşgörülü edebiyatçıları bile şapka çıkartırken bazı Kürtlerin buna düşmanca saldırmaları anlaşılır gibi değil. Yaşasın halkların kardeşliği diyenlerin kendi halklarına düşmanlık etmeleri bizim coğrafyaya has bir olgu. En iyi aklı ve öğüdü en akılsızlar, ya da noksan akıllılar verirmiş. Ama arkalarından en çok gidilenler maalesef hep bu türden hatip ve kâtipler olurmuş. Evet evet haklısınız bu sıcaklarda ve yağmurlarda edebiyattan bahsetmek yerine siyasetten bahsetmek daha iyi olabilir. Ahtapotun kolları dünyanın dört bir yanına yayılmaya çalışırken, çıkındaki bohçanın finans deliği büyüdükçe büyüyor. İşsizler ve açlar ordusu büyürken toplumsal olaylardaki şiddet bu sıralar yanlış kanallara akmaya devam ediyor. Geniş halk yığınlarının potansiyel muhalifliği göz önünde bulundurulduğunda vatan millet, ezan bayrak muhabbeti de çok yakında zayiat kaybına uğrayacaklar belli. Türkiye´nin elinden mevcut şovenizmi alın, geriye değil bir Arap ülkesi, Afrika’nın en geri ülkesinden de geri, bir kabile cumhuriyeti kalacaktır kesin. Muhalif yığınlar da, muhalif partiler de muhalefet yapmayı bilmiyorlar ortada. Çünkü az okumuşlar, edebiyatla bir ilgileri olmamış, ya da yüzeysel göstermelik bibliyofil olmuşlar. İnsan herkesi kandırabilir ama kendini kandırmak ne mümkün? Kısaca demem o ki edebiyatçının siyaseti slogan atmaktansa, atılan sloganı yorumlamaktan da öte, o sloganın yaydığı etki, koku, korku, ilham, güç ve enerji ile uğraşmaktan başka bir şey değildir.