Fawaz A. Gerges / Orta Doğu uzmanı, LSE Üniversitesi


 Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) militanlarının, Sünni Üçgeni olarak bilinen bölgenin büyük bir bölümünü ve yaklaşık 2 milyon nüfuslu Musul'u alması, Saddam Hüseyin sonrası döneminin 'ulus inşası' projesinin tabutuna ölümcül bir çivi daha çaktı.

Kırılgan Irak kurumları, lime lime dağıldı. Bağdat'ın ülkede güç kullanımında tekel olup olamayacağına veya muhalif Sünni Araplar ve yarı bağımsız Kürdistan'ın üzerinde yetkisini kullanıp merkezi bir kontrol mekanizması yaratıp yaratamayacağı konusunda kuşkular var.

Irak için en iyi senaryo, gücün merkezden, Bağdat'taki Şiilere, Sünni Araplara ve Sünni Kürt topluluklara devredilmesi, en kötü senaryo da ülkenin üç farklı bölgeye bölünmesidir.

IŞİD'ın hızlı ilerlemesi, devletin yapısal ve kurumsal zayıflıklarının yanı sıra toplumdaki derin ideolojik ve mezhepsel çatlağı da ortaya çıkardı. Başbakan Nuri el Maliki, sekiz yıl boyunca iktidarı tekelleştirdi ve ülkeye ne güvenlik ne uzlaşı ne de refah getirdi. Yüzbinlerce Irak güvenlik gücü askerleri, sayıları yalnızca birkaç bini bulan hafif silahlarla donatılmış El Kaide bağlantılı savaşçılar karşısında neredeyse darmadağın oldu.

Ordu 'kimliksiz'

Amerikalıların, 10 yıldan uzun bir süre önce Saddam Hüseyin'i iktidardan devirmeleri ve güvenlik güçlerini feshetmelerinin ardından yeniden kurulan ordu, birleşik bir kimliğe ve profesyonelliğe sahip olamadı ve yolsuzluk sarmalına dolandı. Örneğin Musul. Üst ve orta rütbeli askerlerin silahlarını bırakıp mevzilerini terk ettmeleri ve erlerine de evlerine kaçmaları talimatını vermeleri üzerine IŞİD militanları Musul'da serbestçe dolaşabildi.

Musul'da on binlerce askerden oluşan güvenlik gücü eriyip gitti.

Batan gemiyi kurtarmak adına, Şii lider Büyük Ayetullah Ali Sistani "Irak'ı ve kutsal topraklardaki halkı korumak silah taşıyabilen ve teröristlerle savaşabilecek her vatandaşın görevidir" dedi. Çoğu Şii, yaklaşık 100 bin gönüllüden oluşan paralel oldu mücadeleye dâhil oldu ve mezhep çatışması riski de tırmandı.

'Silahlanma' çağrısının yanlış yorumlanmasından duyulan endişeyle, ofisinden yapılan açıklamada Sistani destekçilerine 'Irak halkının bütünlüğüne zarar verebilecek tüm mezhepsel veya milliyetçi davranışlardan uzak durmaları' uyarısında bulunuldu. Çoğu Batı medyasının yaptığı gibi IŞİD'in askeri hünerlerini abartmak yanıltıcı olabilir.

IŞİD gücünü yalnızca Irak devletinin zayıflığından değil aynı zamanda toplumu param parça eden toplumsal ayrımlardan da alıyor. Bu, (aşiret olarak) Sünni Arapların, Maliki'nin mezhepsel gördükleri otoriter tutumuna karşı başkaldırışlarının tezahürüdür.

Irak'taki bu şiddetli mücadelenin kalbinde, ABD'nin 2003'te Irak işgali sonrası kurulan ve iktidar ganimetlerinin yanı sıra toplumsal, etnik, aşiret hatlarının dağılımına dayalı (muhasasa) kırık bir siyasi sistem yatıyor.

Sünniler 'dışlanmış hissetti'

Sünni Araplar, özellikle son dört yılda kendilerini dışlanmış hissetiler ve Maliki'nin mezhep temelli olarak gördükleri siyaseti nedeniyle haklarından mahrum bırakıldıkları hissine kapıldılar.

ABD, 2011 yılında Irak'ı terk ettiğinde, El Kaide zayıflıyordu ve Sünniler arasında destek görmüyordu. 
Üç yılın ardından IŞİD, yönetimden hoşnut olmayan, yabancılaşmış Sünni Araplar arasında kendisine bir toplumsal zemin bulup yeniden canlandı.

Suriye'de Devlet Başkanı Beşar Esad'a karşı doğan silahlı ayaklanmayı fırsat bilen IŞİD lideri Ebubekir el Bağdadi, faaliyetlerini komşu ülkelere yaydı ve örgüte yeni üyeler alabileceği, değerli mali ve operasyonel varlıklara sahi olabileceği bir güç merkezi kurdu.

IŞİD, Saddam'ın dağılan ordusundaki yetkililer gibi bazı muhalif Sünni gruplarla müttefik oldu ve bu yüzlerce yetenekli savaşçıyı saflarına kattı. Bu, IŞİD'in hem Irak hem de Suriye'de operasyon planlayıp yürütebilmesi açısından bir dönüm noktası oldu.

Felluce, Musul, Tikrit ve diğer kentlerde Sünniler El Kaide militanlarını 'kurtarıcıları' olarak gördü ve silahlı adamlar ilerleyen birliklere katıldı. Daha çok endişe yaratan durum ise, üslerinden kaçan Sünni yetkililerin artık Maliki hükümeti için savaşmayacaklarına dair gelen haberler. Bu gelişme, bugünün Irak'ında yaşanan mezhepsel-siyasi çatlağın derinliğine işaret ediyor.

Bu da, Irak güvenlik güçlerinin çöküşünü anlamamıza yardımcı oluyor. Sünni Üçgeni olarak bilinen bölgenin kaderini, Sünni aşiretler, hoşnutsuz eski ordu mensupları belirledi. IŞİD yalnızca Sünni Arapları sıkıntıları için güçlü bir araç. Fakat diğer yandan Sünnilerin arzularıyla, Irak devletini de ezebilecek bir araç.

'Yetkiler dağıtılmalı'

IŞİD Musul'da demir yasasını çoktan hazırladı. Dikkatli olunması konusunda tavsiyede bulunan, kendilerine danışılmasını isteyen dinci milliyetçiler ve müttefiki aşiretler de kaygılanmaya başladı. Irak devleti, IŞİD'in ele geçirdiği kentleri geri alsa bile, karar verici mercilerin yetkilerini dağıtmadan ve merkezi iktidarı yerel seviyeye çekmeden halkı yatıştırması mümkün olmayacak.

Bazı topluluklar kendi kendilerini yönetebilmek için güçlendirilmeli. Irak devleti için ve ülkenin IŞİD ve diğer isyancı gruplardan kurtulması için hayati öneme sahip ulusal projede kendilerine yatırım yapıldığını hissetmeliler. Eski düzen öldü. Ülkede parçalanmış siyasi ve toplumsal sistemi, yeni vatandaşlık çizgilerinde ve hukuk üstünlüğü temelinde yeniden inşa etmeye acilen ihtiyaç var.

İktidarın merkezi hâkimiyetini dağıtacak ve kaynakların eşit bir şekilde paylaşılmasını sağlayacak yeni bir toplumsal sözleşme olmadan ne uzlaşı olur ne de kurumsal gelişim sağlanır.

Iraklılar arasındaki fay hatlarının genişlediği ve güven kaybının yaşandığı bir ortamda başarıya ulaşılabileceğine dair hiçbir güvence olamaz.

En kazançlı çıkan topluluk olarak Kürtler, son olarak stratejik öneme sahip petrol kenti Kerkük'ü işgal ederek ve Kürdistan sınırlarını sağlamlaştırarak elde ettikleri kazanımlardan vazgeçmekte isteksiz olabilir.

Yine benzer bir şekilde, Sünni Arap liderliği de Saddam sonrası yeni gerçekler konusunda mutabakata varamıyor ve hala ülkeyi idare edebilecekleri yanılgısına kapılıyor.

IŞİD'in amigoları olarak hareket eden aşiret liderleri, pahalıya mal olan bu zaferin sarhoşluğu içinde görünüyor. Irak'taki başarısızlığın sorumluluğu büyük ölçüde Maliki'de ve Şii liderlikte. ABD işgalinden ve Saddam Hüseyin'in devrilmesinden sonra ülkenin sahibi olan Şii liderliği, Sünni Araplara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptı ve sayıca çoğunlukta olmalarını iktidarı tekelleştirebilecekleri kanısıyla denk tuttu.

Irak'ın geleceği, egemen sosyal sınıfların bu tarihi mücadeleye katılma niyetlerine ve ulusal çıkarları dar, mahalli çıkarlar üzerinde tutmalarına bağlı. Eğer tarihe bakılırsa, seçkinler bir kez daha, savaşla yerle bir olmuş ülkeyi bir kez daha yüzüstü bırakabilir. Bunun hem bölgesel ve hem de uluslarararası düzeyde etkileri yıkıcı ya da felaket olacaktır.


Fawaz A. Gerges, London School of Economics ve Siyaset Bilimi Bölümü'nde görevli. Gerges, aralarında 'The New Middle East: Social Protest And Revolution in the Arab World (Yeni Orta Doğu: Toplumsal Protesto ve Arap Dünyası'nda Devrim) adlı çalışmasının da bulunduğu çok sayıda kitap yazdı.