"Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü" de eylem takvimine yerleşen günlerden biri. Birleşmiş Milletler´in 1999'da bunu ilan etmesinden beri senede bir kez 25 Kasım'da konuyla ilgili etkinlikler, paylaşımlar ve eylemler gerçekleşiyor. Bugün başta bu konuda duyarlı, sol perspektife sahip ilerici//devrimci//feminst kadınlar olmak üzere soruna odaklı kadın kuruluşları, kitle örgütleri, -daha doğrusu kitle örgütlerinin kadın kolları- günün anlam ve önemini, tarihsel arka planını ve sayısal bilgileri sözlü-yazılı dile getirip şiddete karşı etkinlikler düzenleyecekler. Yarın da şiddet kaldığı yerden aynı hızla uygulanmaya devam edecek.

Cinsel kimliğimi bir kenara bırakıyorum. Kadın olarak değil, baskıyı şiddeti değişik formları ve boyutlarıyla yaşayan, gözleyen, bu konuda okuyup yazan biri olarak diyorum ki, sadece sol perspektife sahip, ilerici//devrimci//feminst kadınların ve kitle örgütlerinin verdiği mücadele bu şiddeti kaldırmaya yetmez. Bu saydığım unsurların kitleselleşmesi, diyelim ki, 50 iken 500 hatta 50000 olmaları da şiddeti ortadan kaldırmaz. Çünkü şiddet insanlar arasında ilgi çatışmasının(Interessenkonflikt) olduğu her yerde varlığını koruyacak, güçlü olan güçsüz olanı şiddet uygulayarak bastırmaya çalışacak, şiddete uğrayan da kendine yaşama alanı sağlamak için -gücünün yettiği kadar şiddete şiddetle karşılık verip, sözümona "mücadele" edecek. Sanırım bu şiddet sarmalı bizim insan olarak dünyaya geldiğimizden beri yaşadığımız en uzun mücadele hikayesi.

Peki hikayemizi değiştirmek, yani şiddeti hayatın bazı alanlarında tamamen kaldırmak ya da azaltmak mümkün mü?

-Elbette mümkün.

İnsanın toplumsal olarak ilerleme tarihi bunun örnekleriyle dolu. Ancak bu örnekler farkındalık ve farkındalığa bağlı eylemler sayesinde gelişmiş durumda. Yanlış ya da eksik mücadele biçimleri her sorun da olduğu gibi kadın sorununda da çözüm sağlamayacak, hatta belki çözümü engelleyecektir. Bu yazı vesilesiyle kadın sorunsalında farkettiğim dikkatimi çeken, yanlış bulduğum bazı yaklaşımlara değinmek istiyorum.

1. Kuramsal yaklaşım

Kadın hakları konusunda aklımıza ilk gelen Feminst dünya görüşü Avrupa'da yaşayan kadınların mücadele deneyimi üzerinden gelişmiş politik-toplumsal bir yaklaşım. Semitik toplumsal yapı ve islam kültürü etkisindeki doğu coğrafyasında dipten gelen kalıcı bir kadın hareketi yaratabilmesi, doğulu aydınların(kadın-erkek) doğu toplumundaki kadının yerini doğru tespit etmesine bağlı. Bu tespiti Avrupa değer sisteminin ölçütlerine göre yapmak doğru sonuca çıkarmaz. Feminst hareketi kopyelemiş, taklit etmiş oluruz. Oysa doğulu kadın hareketinin kendi feminizmini kuramsal anlamda önce tanımaya, sonra da geliştirmeye ve yazılı hale getirmeye ihtiyacı var.

2. Kadın sorunsalını kategorilerle ele almak

Doğu toplumundaki kadın sorunsalını, kadın haklarını erkeğin haklarıyla karşılaştırarak anlayamayız. Çünkü doğuda yaşayan kadınların sorunu Avrupa'da yaşayan kadınların sorunlarına nazaran daha derin, daha kompleks ve karmaşık bileşenlere sahip. Semitik toplumlarda hala geçerliliğini koruyan dini ve kültürel değerlerin, kapitalist ilişkiler içindeki ekonomik değerlerle birleştiği ve üzerine bir de savaşın eklendiğini düşünecek olursak, doğudaki kadınların sorunu, onun erkeklerle eşit haklara sahip olmasıyla çözülemez. Keşke mesele bu kadar basit olsaydı...!

Günlük hayata bakıldığında doğu toplumlarında savaş koşullarındaki kadınların kaçırılıp satılması, sex işçisi olarak çalıştırılması, taciz ve tecavüzün gözaltına alınan kadınlara karşı bizzat devlet eliyle yapılması ya da ailede ve sokakta yapıldığında yine devlet kurumu tarafından onaylanması, aile içindeki şiddetin toplum tarafından meşru olarak görülmesi, büyük aile-mahalle baskısı yoluyla geleneksel değerlerin korunması, öğretim kurumlarında "kültürel-milli değer sistemi"´nin propaganda edilmesi, kadınların yaşama alanının daralması...vs. gibi örneklere rastlıyoruz. Bunların herbiri kendi içinde kategorilere ayrılıp nedenlerinin akademik olarak incelenmesi gereken konular. Sorunlar nesnel yöntemlerle incelenirken, çözüm yöntemlerini de sorunun içinde bulmak mümkün olabilir. Sonuçta neresinden bakılacak olursa olsun, kadın sorunsalını anlayabilmek için kategorilerle ele alıp düzenli ve yetkin çalıştaylar oluşturmak gerekir.

3. Pratiğe dayalı aydınlatma çalışmaları

Kadın sorunsalı hakkındaki aydınlatma çalışmaları kitabi bilgilerin verilmesi yoluyla değil, günlük hayatta karşılaşılan sorunların farkına varılmasiyla gerçekleşebilir. Farkındalık, gözlem, deneyim ve bilgi üçgeninde bir şeyin farkına varıyorsak anlam kazanır. Derin ve kalıcıdır. Çözümü de doğal olarak içinde taşır.

Günlük hayatta kadınların yaşadıkları sorunları ancak onların özgün bakışaçılarıyla anlamaya çalıştığımızda meseleye gerçekçi yaklaşabiliriz. Bu yanıyla pratiğe dayalı aydınlatma çalışmalarının bilgilendirici seminerler değil, reflekte yeteneğini güçlendiren kurslar olması çok önem taşımakta.

4. Kadın hareketinde erkek fobisi

Doğudaki kadın hareketinin en dikkat çeken zaafı bana göre bu hareketi örgütleyen kadınlardaki erkek fobisi. Örneğin sokaktaki taciz ve tecavüz gibi konularda kadınların erkeklerden arındırılmış eylemler düzenlemesini reflekse dayalı duygusal tepki eylemleri olarak görüyrum. Bu tür eylemler sorunsala mutlak bir çözüm sağlamadığı gibi, kadın hareketini de zayıflatacaktır. Nitekim taciz ve tecavüze karşı erkeğin desteklemediği bir kadın hareketi tek bacakla futbol oynamak gibi bir şey aslında. Böyle durumlarda erkeklerin potansiyel suçlu her kadının da potansiyel kurban olarak görülmesi, şiddet sarmalını hızlandırmak anlamına gelir.

Öte yandan doğu toplumundaki ataerkil sistemin geçerliliğini gözardı etmek de gerçekçi olmaz. Hangi etnik ya da dini grup olursa olsun, aşiret, sülale, büyük aile yapıları içindeki birtakım geleneksel değerler ne yazık ki hala kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Ataerkil sistemin -yazılı olmasa bile klan kuralları içinde toplumun davranışını belirlediğini ve bunun sorumlusunun tek başına erkekler olmadığını kabul etmek zorundayız. Öyle ki aile içinde baskın bir pozisyona sahip olan kadınların bazı durumlarda erkeklerden daha çok erkek egemen sistemini savunduğuna tanık oluyoruz. Örneğin kayinvalidenin gelinleri ezmesi, ya da ailedeki kadınların aile çıkarı için zorunlu evlilikleri onaylaması gibi pratikler meslenin kadın-erkek meselesi olmadığını göstermekte.

Sonuç olarak doğu toplumlarında kadın hareketi ancak kendi dinamiklariyle hareket ettiğinde ilerleyebilir. Yukarda ele alınan noktalar bu dinamiklerden sadece bir kaç tanesi. Kadına yönelik şiddetin son bulması ya da azalması sistemli, uzun vadeli, yetkin ve nesnel teorilerin üretilmesi ve benzeri eylemlerin gerçekleşmesiyle mümkün. Tabi içine kadına yönelik şiddete karşı olan erkekleri de katarak…

Köln, 25.11.2017