Bir an CHP delegelerinin intihara kalkıştığını ve Umut Oran’ı veya bir benzerini genel başkan seçtiğini düşünün...

Bu durumda, zaten olması gerekenin çok gerisinde duran CHP'nin sosyal-demokratlaşabilme ihtimali yeniden imkânsızlaşacaktır. Yeniden kendisini eski devletin hassasiyetlerine ve eskimiş resmi ideolojisine çapalamış, Deniz Baykal çizgisine geri dönülmüş olacak.

CHP'nin mevcut haliyle, Türkiye’nin yeni kurucusu bir parti haline gelemeyeceği, dahası yüzde 25’teki tıkanışını aşamayacağı açık; dolayısıyla her halükarda değişmek zorunda olduğu tartışma götürmez.

Ama bu değişimi genel başkanın değişimine indirgemek, ancak sosyal demokratlaşamayan, Türkiye'nin ve dünyanın gerçeğini kavrayamayan bir delegasyonun işi olabilir.

Şu ana kadar ortaya çıkan genel başkan adaylarının sadece laf çevirdikleri, CHP’nin ve Türkiye’nin gerçek sorunlarının farkında olduklarına dair somut bir açılım ortaya koyamadıkları gerçeği de bir başka talihsizlik. Nitekim kerameti, Kılıçdaroğlu’nun gidip kendilerinin gelmesine bağlayan bir fasit daire içinde dönenip durduklarını görüyoruz.

Ama görünen o ki Umut Oran’ın ortaya koyduğu profil en trajik olanı.

***

Bırakalım CHP’nin sorunlarına merhem olacak önermeler ortaya koymayı, Sosyalist Enternasyonal'deki (SE) “marifetiyle”, bundan sonraki hayatı boyunca sırtında taşıyacağı ağır bir yük altına girmiş bulunuyor.

Kuşkusuz bu yükün, bu işi yaparken temsil ettiği konum itibariyle CHP'yi de doğrudan bağladığı açık; ama belli ki ortaya koyduğu kişisel inisiyatif, bu konudaki cevvaliyet ve rahatlık ayrıca irdelenmeyi gerektiriyor.

Meğerse Umut Oran, dünyanın en acımasız örgütü IŞİD’i, demokrasi ve laiklik bayraktarlığıyla ve çok büyük bedeller ödeyerek durdurmuş olan PYD’nin Sosyalist Enternasyonal’e üye olma çabasını engellemekle uğraşıyormuş.

PYD’nin, yani Suriye Kürtleri’nin kurduğu Demokratik Birlik Partisi’nin SE'ye üye olmaya çabasının, CHP temsilcisi Umut Oran tarafından bloke edildiğini bizzat kendi anlatımından öğreniyoruz.[1])

Şöyle anlatıyor bu keyfiyeti:

"Başkan Yardımcısı olduğum Sosyalist Enternasyonal’e sürekli üyelik başvuruları yapılmaktadır. Suriye’den de PYD, iki yıldır SE’ye üye olmak için beklemektedir. Bu süre boyunca CHP olarak bizler, PYD’nin PKK terör örgütü ile ilişkili olduğuna dair Türkiye’deki geniş kaygı ve algı, Türk hükümetinin PYD’yi Suriye’de PKK’nın uzantısı olarak görüp sözlü olarak atıfta bulunması nedeniyle üyeliğine sürekli karşı çıktık."

***

Durum gerçekten çok vahim!

Ve tabii sosyal demokrasi ve özgürlükçü laiklik konusunda değişim iddia ve çabası sergileyen CHP açısından da açıklığa kavuşturulması gereken çok ciddi bir durum.

Belli ki sosyal demokrat olmayı içerde eşit yurttaşlık hakkını reddetmek, dışarıda PYD’nin SE üyeliğini engellemek falan sanıyor Umut Oran. Oysa kendini buradan kuran bir “sosyal demokrasi” için, Türkiye’de bir siyasal boşluk yok; bunları cansiperane bir şekilde yapmış olan Deniz Baykal’ın CHP’yi getirdiği yer bir yana, bu psikolojik harp söylemi üzerinden demokrasiyi imkânsızlaştıran misyonu, AKP ve MHP fazlasıyla yapıyor zaten.

Sosyal demokrasiye ve gerçekliğe dair asgari bilgiyle teslim edileceği gibi, CHP’nin Kürt sorunundaki ayak bağlarından kurtulamaması, Türkiye’de sorun çözücü bir güç olarak yükselebilmesini imkânsız kılmaktadır. Esasen alternatiflerinden farkla bu durumu kavramış görünen Kılıçdaroğlu’nun sorunu da, bu noktada gerekli kararlılığı ve programatik netliği sergileyememesinden kaynaklanmaktadır.

Umut Oran’da yansımasını bulan zihniyet ise, bir an önce giderilmesi gereken bu ayak bağını daha da tahkim etmeye çalışmak şeklinde bir trajedi olmaktadır; bu milliyetçi yaklaşımı uluslararası plana taşımaya çalışması ise, yaptığı işin üstüne tüy dikmek oluyor.

Ama belli ki yaptığı işin, muasır demokratik standartlar açısından vahametinin farkında değil. Nitekim IŞİD karşısında ortaya koyduğu performans ve Ortadoğu cehenneminde yükselttiği laik duruşuyla tüm çağdaş dünyanın büyük saygınlığını kazanan PYD’nin SE’ye kabulünü; "teröre bakışı ve PKK ile organik bir ilişkisi olup olmadığı konusunda şüpheleri olduğu” gerekçesiyle engellemeye çalışıyor.

Kısacası sadece kendi anavatanını savunmak gibi saygın bir iş yapmakla kalmayıp, aynı zamanda başta Türkiye olmak üzere tüm bölgede laiklik ve demokrasiyi savunan PYD’yi, en son Tahir Elçi’nin öldürülmesine yol açan bu pespaye psikolojik harp söylemiyle kuşkulu kılmaya çalışıyor.

***

Bereket ki SE’deki “başkan yardımcısı” konumunun avantajlarına rağmen, yaşamsal bir dayanışma gereksinimi dünyada kabul gören PYD’nin üyelik sorununu tümden devre dışı bıraktıramıyor.

Ama o talihsiz misyonundaki ısrarını sürdürmeye devam ediyor. Nitekim konu Ekim ayında Londra’da yapılan üyeliklerle ilgili tavsiye karalarının alındığı Etik Komite toplantısında tekrar gündeme geldiğinde Oran, bir kez daha CHP adına, “PYD’nin öncelikle teröre bakışı ve PKK ile bir organik ilişkisi olup olmadığı konusunda şüpheleri olduğunu” söyleyerek, SE’ye kabulüne karşı oy kullanıyor.

Ancak Etik Komite, U. Oran’ın şerh ve karşı oyuna rağmen PYD’nin, “bugün tüm dünyada insanlık düşmanı haline gelen IŞİD’e karşı verdiği mücadeleden dolayı ve Suriye’deki tek Kürt partisi olarak ülkenin normalleşmesi konusunda çaba yürüttüğü” gerçeğinden hareketle, nihai kararın alınacağı Konsey’e, PYD’nin üyeliğinden yana tavsiye kararında bulunuyor.

Oran, buna rağmen ve CHP’den de bir engellemeyle karşılaşmadan PYD’nin üyeliğini engelleme kararlılığından vazgeçmiyor. Nitekim 28-29 Kasım 2015’te Angola’da gerçekleşen ve kendisinin katılamadığı SE Konsey toplantısına PYD’nin üyeliğine karşı çekincelerini iletmeyi ihmal etmiyor.

Bu "karşı çıkışı nedeniyle Angola’daki toplantıda PYD’den ayrıca yazılı beyan istenmesini” sağlıyor. Bu açıkça faşizan bir karaktere bürünen engellemeye karşın PYD, SE’ye gönderdiği yazıda; “her türlü şiddet ve teröre karşı olduğu, ayrıca PKK ile herhangi bir organizasyonel ilişkisi bulunmadığı ve PYD’nin SE’nin ilke ve değerlerini benimsedikleri ve bağlı kalacakları” beyanında bulunuyor.

Buna rağmen çabasından vazgeçmiyor; nitekim, “PYD’nin tüm dünyada olumlu algı” elde ettiğini itiraf etse de, “bu algıda maalesef AKP hükümetinin de büyük etkisi bulunmaktadır” diye yakınmasını şöyle sürdürüyor:

“Hükümet PYD’yi eleştirmesine karşın uluslararası hukuk zemininde gerekli girişimlerde bulunarak herhangi bir önlem almamaktadır. Halen PYD ve YPG’nin Türkiye’nin terör örgütleri listesinde bulunmaması, uluslararası zeminde işleri güçleştirmektedir. Çünkü bu konuda Bakanlar Kurulu’nda alınmış herhangi bir karar bulunmamakta, Resmi Gazete’de yayımlanan terör örgütleri listesinde PYD ve YPG yer almamaktadır!”

***

Düşünebiliyor musunuz; kadın ve erkekleriyle radikal İslamcı şiddete karşı tarihsel önemde bir mücadele yürüten, dahası bölgenin tek demokratik ve laik program önerisini geliştirip uygulayarak gelecekteki Suriye’nin de kurucu dinamiği olacağını kanıtlayan PYD, sadece IŞİD ve AKP tarafından anayurdunda değil, hala CHP’nin temsilcisi olmaktan alınmamış bu adam tarafından da SE’de engellenmeye çalışılıyor.

Halihazırda dünyanın en kritik laiklik savunusunu yapan PYD’nin SE’ye alınmasına aracılık etmesi gerekirken, tam tersine engellemeyi misyon edinen bir adamın CHP’de başkanlık hayali kurması, sadece geleceğimiz değil, CHP’nin sosyal demokratlaşabilme umudu adına da kaygı verici bir durum oluşturmaktadır.

Bu durumun, ne yazık ki milliyetçilik virüsünden kendini kurtaramamış Türkiye’nin sosyal demokratları açısından ayrıca ahlaki bir problem oluşturduğu da açık.