İnsanlık, kapitalizmin bin bir türlü belasıyla yüz yüze.

Bunlardan biri de Nükleer santrallerdir.

Bundan tam 30 yıl önce, takvim yaprakları 26 Nisan 1986’yı gösterdiğinde insanlık büyük bir felaketle yüz yüze geldi. Bu, 20. yüzyılın ilk büyük nükleer felaketiydi.

Ukrayna’nın Çernobil kentindeki Nükleer Güç Reaktöründe meydana gelen patlama sırasında yüzlerce insan öldü, binlerce kişi ise Radyasyonun yol açtığı kanser hastalıkları yüzünden yaşamını yitirdi. Atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salındı.

30 yıl sonra bugün hâlâ Çernobil çevresinde Radyasyon seviyesi çok yüksek.

Dahası, Reaktörün üzerini acilen örtmek için dökülen beton etkisini 30 yıl sonra yitirdiği için felaketin 30.yıldönümünde de yeni tehlikeler söz konusu.

Artık Çernobil civarındaki terkedilmiş kentler ve kasabalarda on binlerce yıl yaşanamayacak!

20. yüzyılın ikinci büyük nükleer felaketi ise Fukuşima’da, 11 Mart 2011’deki 9.0 büyüklüğündeki Tohoku depremi ve Tsunamisi sonrasında yaşandı.

Fukuşima Nükleer Santrali kazası sonrasında da atmosfere bol miktarda radyoaktif madde salınımı gerçekleşti.

Bu iki nükleer felaketin ardından çevreci örgütlerin ve ilerici toplumsal muhalefet güçlerinin duyarlılığı ve mücadelesiyle, nükleer santral üreticisi emperyalist-kapitalist güçler üzerindeki baskı ve basınç arttı.

Avrupa’daki nükleer santraller de patlamaya hazır birer nükleer bombaydı.

Alman emperyalizmi, toplumsal muhalefetin baskısının bir ürünü olarak 2022 yılına kadar tüm nükleer enerji santrallerini kapatmayı planladığını açıklamak zorunda kaldı.

Dünyanın en büyük ikinci nükleer enerji üreticisi olan Fransız emperyalizmi de nükleer reaktörlerin inşasını 2 yıllığına erteleme kararı aldı.

İngiltere başta olmak üzere AB emperyalistleri yeni nükleer santraller kurma projesini sürdürüyorlar.

Avrupa emperyalistlerinin nükleer santrallerden kolay kolay vazgeçmeyecekleri, toplumsal baskı ve basınç arttığında projelerini farklı ülkelere kaydırma peşinde olacakları çok açık.

Mevcut nükleer santrallerin ömürlerinin 30-40 yıl olması nedeniyle örneğin Alman emperyalistlerinin 2022 yılına kadar santralleri kapatma kararları pratikte fazla bir önemi bulunmuyor.

Bu sözlerinde dursalar bile asıl sorun, nükleer atıkların temizlenmesi, depolanması ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu da on yıllarca sürecek bir çalışmayı gerektiriyor.

Dahası Nükleer atıklar, yer altında, depremden veya doğal olaylardan etkilenmeyecek şekilde güvenli bir biçimde binlerce yıl saklanması gerekiyor.

Uzmanlar, bu çalışmanın on milyarlarca Euro maliyeti olacağını belirtiyor.

On yıllardır bu enerjiden kâr eden Nükleer enerji tekelleri, ortaya çıkacak ek “riziko giderleri”nin sadece üçte birini yani 23 milyar Euroyu ödeyerek sorumluluktan kurtulma peşindeler.

AB emperyalistlerinin “hapçı” çözümü

Aç gözlü, yağmacı, talancı AB emperyalistleri Nükleer enerji santralleri konusunda kalıcı çözüm yerine, palyatif tedbirlerle ve sürece yayma taktikleriyle zaman kazanmaya çalışıyor.

Ürettikleri çözümlerden birisi, -aslında çözümsüzlük- nükleer santral kazasında oluşabilecek radyasyon sızıntısı ihtimaline karşı iyot tabletlerinin halka dağıtılması oluşturuyor. Avrupa ülkelerinin çoğunda nükleer santral çevresinde yaşayan insanlara önleyici iyot hapları dağıtılıyor.

Bu haplar radyasyona karşı insanları korumuyor sadece tiroit kanserinden bir ölçüde koruyabiliyor.

AB emperyalistler, halkla adeta alay edercesine “iyot tabletlerini” şaşalı propagandalarla Avrupa halklarını oyalamanın, aldatmanın, beklenti içerisine sürüklemenin vesilesi yapıyor, insanlığın başına bela ettikleri Nükleer Santral konusunda “hapçı çözüm” yoluyla paçayı kurtarmaya çalışıyor.

Çok açık ki, Nükleer Santrallar konusunda da AB emperyalistlerine karşı başta çevreci örgütler olmak üzere ilerici, devrimci toplumsal muhalefet güçleriyle uzlaşmaz bir mücadele yürütülmesi yaşamsal önemdedir.

Hapçı çözüm”ler yerine Nükleer Santrallerin bir an önce kapatılması, yenilerinin kurulmasının yasaklanması ve binlerce yıl saklanabilecek şekilde depolanması tedbirlerinin acilen alınması için AB emperyalistleri üzerinde baskı ve basıncı artırmak, bu konuda da birleşik mücadeleyi geliştirmek gerekiyor...

4 Mayıs 2016