Türkiye ile Almanya arasındaki gerginlik Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’yi “güvenli olmayan ülke” ilan etmesiyle yeni bir aşamaya ulaştı. Turizm, inşaat ve tekstil ile birlikte ülkenin üç önemli döviz kaynağından birisini oluşturuyor. İki yıl öncesine kadar ülkeye en fazla turist Almanya’dan geliyordu. İki yıldır azalan ve alternatif olarak Yunanistan ve İspanya’ya yönelen Alman turistlerin sayısının bu yıl iyice azalması bekleniyor.

Burada sorun sadece sayıdan ibaret değildir, çok ve az para bırakan turist ayrımına dikkat edilmesi gerekir. Almanya’dan gelen turistler çok para bırakan kategorisine girmektedir. Bu nedenle turizm geliri turist sayısından daha fazla azalacaktır.

Dışişleri Bakanı Gabriel’in Almanya’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yaptığı çağrıyla konunun bir süredir tartışılan başka bir yönü de öne çıktı: Almanya’daki TC vatandaşları iki ülke arasındaki gerginlikten nasıl etkilenecektir?

Belirtmek gerekir: Gabriel’in çağrısı Alman vatandaşı olmuş Türkiyelilere yönelik değildir. Erdoğan ve AKP’nin bu kitle üzerinde de etkisi bulunmakla birlikte bunlar zaten Alman oldukları için, bu insanlara “Almanya’nın parçası olduklarını” söylemek garip kaçardı. Yine de vatandaş olmayanlara yönelik çağrının olanları da etkilemeyi hedeflediğini belirtmek gerekir.

Hakkında birkaç kitap ve makaleler yayınlanan soru şudur: Erdoğan Almanya’daki Türkiyelileri radikalize etmeye mi çalışmaktadır?

Gabriel’in çağrısını buna karşı bir önlem olarak görmek gerekir.

Türkiye yönetimlerinin bu ülkede yaşayan TC vatandaşları ya da Alman vatandaşı olmuş eski vatandaşları üzerinden Almanya politikasını etkileyen bir güç olmaya çalışması yeni değildir. 1990’lı yıllarda Türkiye’nin ülke dışında yaşayan vatandaşlara –özellikle Almanya’dakilere- yönelik politikası değişti. Eskiden konsolosluklar idari işlemler ve vatandaşların fişlenmesi dışında işlerle uğraşmazdı, konsolosları da konsolosluk dışındaki yerlerde zor görürdünüz.

Zamanın büyükelçisi Onur Öymen ile birlikte kadro da değişti. Daha genç, okul aile birliği toplantılarından Türklerden oluşan futbol takımlarının maçlarına kadar her yerde görünmeye başlayan konsoloslar göreve başladı.

1990’lı yıllarda “göçmen partisi” de kuruldu ama başarılı olamadı. Bu konuda şimdiye kadar değişik adımlar atıldı, kaç parti kurulup kapandı bilemiyorum.

Ölümünden önce Almanya’yı ziyaret eden Alpaslan Türkeş de yandaşlarının Alman vatandaşlığına geçmesini ve CDU’ya üye olmasını istemişti. Bu isteği yerine getiren bazılarının CDU’da Türkiye politikası yapması rahatsızlığa neden olmuştu.

Benzeri kişiler SPD’de de bulunuyor ve önceki birkaç genel seçimde CHP’liler Almanya’ya gelerek SPD’ye destek vermişlerdi.

Hükümetlerin planı böyle olur da Türk basını durur mu? Özellikle Hürriyet Gazetesi’nin sayfalarında “Türk oylarının” (Alman vatandaşı olanlar kastediliyor) ne kadar önemli olduğunu belirten başlıklar okumak mümkündü. O kadar ki, SPD-Yeşiller koalisyonunun kurulduğu genel seçimin ardından bu koalisyonun “Türklerin oylarıyla” mümkün olduğu yazılmış ve hatta bu hesap rakamlara dökülmüştü.

O zamanki Alman vatandaşlarının sayısı ne kadardı, şimdi hatırlamıyorum ama diyelim ki yarım milyondu. Buradan hareketle 500 bin seçmenin varlığından söz edilerek hesap yapılıyordu. Seçmen olabilmek için 18 yaşını bitirmenin zorunlu olduğu dolayısıyla vatandaş olanlar rakamının yaklaşık yarıya bölünmesi gerektiği düşünülmüyordu.

Ek olarak sondan bir önceki genel seçimde oy kullanan Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının oranının sadece yüzde 19 olduğu açıklanacaktı. Bu oran şimdi yüzde 20’nin üzerine çıkmış olabilir ama fazla arttığını gösteren herhangi bir belirti bulunmuyor.

Bakmayın din-iman söylemine, AKP rakamlar ve anketlerle yakından ilgilidir; Almanya’daki bu durumu bilmiyor olması düşünülemez.

Buradan şu sonuç çıkar: Almanya seçimlerinde –ister federal, ister eyalet isterse de belediye seçimi olsun- eski TC vatandaşlarını –bir bölümü çifte vatandaştır- hükümete karşı baskı unsuru olarak kullanmak mümkün değildir. “Çağrı yaparız, size oy vermezler” söylemi bu rakamlar temelinde komik bile olmaz.

Bu durumda farklı baskı imkanlarının araştırılması gerekir ama Almanya içinde önemli bir baskı imkanı bulabildikleri söylenemez. Zaten Deniz Yücel ve bazı Alman vatandaşlarının ülkede keyfi olarak tutuklanıp resmen rehin tutulması başka yol bulunamadığının da göstergesidir.

Almanya’dan Türkiye’de yapılan referanduma ve genel seçime katılma oranı, Alman vatandaşı eski TC vatandaşlarının bu ülkedeki genel seçime gösterdikleri ilgiden 2,5 kat kadar fazladır. (Yüzde 20-yüzde 45)

Erdoğan ve AKP Almanya’da yüzde 60 civarında oy almaktadır ama bu kitlenin iki ülke arasında yaşanan gerilim nedeniyle radikalleşeceği düşünülemez.

Bunun ilk örneğini Erdoğan’a Almanya’da miting ve konuşma yapma izni verilmemesinde de gördük. AKP yanlısı bazı kişilerin “bu uygulama fikir özgürlüğüne aykırıdır” vb. gibi sızlanmalarının dışında bir şey olmadı.

Yapılan bir ankete göre Almanya kamuoyunun yüzde 84’ü Erdoğan’a konuşma izni verilmesini istemiyordu. “Kendi ülkesinde herkesi tutuklatan burada demokrat geçinemez” söylemi sürekli olarak kullanıldı.

Almanya’daki bu yüzde 60’lık kitle –Erdoğan katılamasa bile- neden kitlesel toplantılar düzenleyip CDU/SPD hükümetinin uygulamasını protesto etmedi?

Etmez çünkü bu kitle, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi ancak arkasında devlet gücü varsa ya da devlet karşı çıkmıyorsa harekete geçer; yoksa en fazla homurdanmakla yetinir.

Almanya’da Hollanda’nın toplantı yapmasına izin vermediği ve sınırdışı ettiği –aile bakanıydı galiba- kişiyle ilgili tutumuna yönelik küçük protesto kadarı bile yaşanmadı.

Tam oranını bilmiyorum ama TC vatandaşlarının önemli sayılabilecek bir kesimi şu veya bu oranda sosyal yardım alıyor, bir bölümü sadece bununla geçiniyor. Sosyal yardım alırken yasak olmasına rağmen çoğunun Türkiye’de şu veya bu oranda taşınmaz malları bulunuyor. “Aman başıma bir şey gelmesin” endişesi bu insanları AKP’li olsalar bile Almanya hükümetine yönelik aktif protestodan uzak tutuyor.

Ek olarak AKP’li bile olsalar Türkiye’deki hukuki keyfilikten hoşnut olmayanlar da bulunuyor. Sayılarını bilmek mümkün değil ama yıllardır yaşadıkları Almanya’da muhalif bir sanığın önce tutuklanmasını, ardından serbest bırakılmasını, ardından yeniden tutuklanmasını yaşamamışlardır; böyle bir uygulamayı normal görmeleri beklenemez.

Almanya’da Eylül ayında federal seçim var ama AKP’nin gizli ya da açık desteklenmesini isteyeceği parti bulunmuyor. Ankara’dan kumandalı olan ve malum deyimi kullanırsak “sözde” göçmen partilerinin de varlık göstermesi beklenmiyor.

Bu durumda baskının tek yolu rehin almak oluyor.