“Bitmeyen Sürgün” kitabının ön sayfasından:

“İnsanın kendi yanlışlarından, acı deneyimlerinden ders almasından daha iyi bir yol yoktur.”

Bu söz Friedrich Engel'e ait. Okuyucuya “hoş geldin” der gibi. Kitabın yazarı tarafından bilinçli seçilmiş.

İlk okunduğunda çok şey ifade etmiyor. Oysa kitabı bitirip tekrar başa dönüldüğünde “kitabın özeti” bu yahu! diyor insan. Tarihi bir ders. Okuyucuyu kendi gerçeğiyle baş başa bırakıyor. Ufuk Bektaş Karakaya, “Bitmeyen Sürgün” kitabının yazarı.

“Yaşanmış gerçeklilik anlaşılmadan, yaşanan gerçeklilik anlaşılmaz” teziyle okuyucuyu 80'lere sürüklüyor. Tıpkı filimlerde olduğu gibi. 80 sonrası kurulmuş film seti çıkıyor karşınıza. Geçmişinizle yüzleşmeye, yol arkadaşınızın rolünü irdelemeye, toplumu sorgulamaya başlıyorsunuz. Ufuk Bektaş Karayaka, yazdıklarıyla başarıyor bunu.

Kitap yapraklarını çevirdikçe nefes alışverişiniz sıklaşıyor! Okuduklarınız, yaşanmış gerçekler, geleceğe yönelik hayaller kurmaya yöneltiyor. 

Yazarın “yaşadığı gibi yazdığını da” hissettiğinizde 250 sayfalık “Bitmeyen Sürgün”, 

“İnişli çıkışlı!
Hüzünlü!
Öfkeli!
Nefretle!
Yok ya bunu da mı yaptınız?
Vay be bu kadarı olmaz!
Acı ama gerçek!
Ya... bu siyasi abiler de!
Devrim kapıda mı?
Yarınlar için ertelenen aşk`lar!
Kaçan tarihi fırsat!
Nerden çıktı bu Dom Katedrali?
Dom katedralin mekanik anlatımı!
Açlık grevleri!
İntiharlar!
Kanser vakaları!
Uryan doğup devrimle ölmek!
Ağır abi ayakları!
Örgüt içi sansür!
Sahipsiz kitap!
Sahte pasaportla ülkeye giriş çıkışlar!
Anne babanın ikinci değil, üçüncü veya dördüncü sıralarda ötelenişi!
Duygusal zekanın devrimle romantikleştirilmesi!
Kırılma noktaları!
Acı ama doğru gerçeklerle yüzleşmek!
Bir şeyin bir çok şeyin eksikliğinin hissedilmeye başlanılması!
Herşeyi başımıza sen açtın şiarıyla Marx'ın Köln`de bıraktığı ayak izlerinin takibi!
Küba ve Venezuella ziyaretleri derken... bir solukta okunup bitiveriyor “Bitmeyen Sürgün”....


İletişim Yayınları Facebook'da kitabın kısa tanıtımını yapmıştı. “80 darbesi sonrasında Avrupa'da siyasi mülteci olarak hayatına devam eden Karakaya'nın anıları, aynı zamanda bir sol içi hesaplaşma!” diye...

Paylaşıma itiraz etmiş ve arkadaşım Ufuk Karakaya'yı arayıp doğru bir tanım olmadığını, „özeleştiri“ kelimesinin uygun düşebileceğini yazmıştım. İtiraz etmedi. Yayın evinin vurgusuna katılmadığını, doğru olanın „yüzleşme“ olduğu belirtmişti. Zaten kendisi de kitabın girişinde, „yüzleşme“ vurgusu yapmış, „kendisiyle, yol arkadaşlarıyla, toplumla, sistemle bir yüzleşme“ olduğunu vurgulamış.

Karmaşık ve çok boyutlu olaylarda hızlı, ani kararlar vermenin aptallıktan başka bir şey olmadığını kitabı okuduktan sonra bir kez anladım! İletişim Yayınları'nın „sol içi hesaplaşma“ vurgusunun doğru olduğunu gördüm! Ama ortada bir örgüt kalmadığı için bu vurgu da havada kalıyor gibi. Galiba en uygunu yazarın „kendi iç hesaplaşması” vurgusu.

Yedi yıllık mahpusluk sorgu, işkence, hücre cezaları, baskı ve direnişin ardından başarılı geçen firar... sonrasında Avrupa'ya çıkış. “Ölüm Bizim İçin Değil” Ufuk Karakaya'nın bir önce yayımlanan kitabı. Okumadığım için bilemiyorum, yanlız bu kitapta örgüte giriş süreci ve ayrılış nedenleri detaylı anlatılmamakta. Bir önceki kitapta anlatıldı mı bilemiyorum. Olmaması okuyucu da, örgüte yönelik eleştirilerde “iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır”ın uygulanmadığı hissiyatına veriyor. Örgütten kopuş süreci detaylı anlatılmamış, ama anlatılmalıydı! nedenleri analiz edilmeliydi!

Nedensiz ve çokta önemli olmayan bir “kopuş” gibi algılıyor insan. Örgütten ayrılış teması sonrasında bağlantı kurulmadan, doğal bir geçiş denenmeden “kel aynak” misali “Köln'de Tanrı'nın evi Dom Katedrali” bölümü başlıyor birden... Bitiminde açlık grevlerine geri dönülüyor. Sonlara doğru Küba ve Venezuela ziyaretleri aktarılıyor...Bundan sonraki satırların “mekanikleşmesi” gibi “Bitmeyen Sürgün”, de bir anda gezi notlarına devşiriyor. Bir sonraki kitapta bu tür karmaşanın olmamasına sevgili arkadaşım Ufuk’un dikkat etmesi gerekmekte. Artık yazar basamakları üç kitabın ardından aşağıya doğru değil yukarıya doğru tırmanmak zorunda.

Kitapla ilgili teknik ve mekanik bilgiler:

Dili ve anlatımı akıcı. Yazar, sürgün psikolojisini orta derecede depremle atlatanlardan. Yaşadıkları çok ağırda olsa, onlara sıradan anlam yüklemesi kendisini hayata bağlamış. “Bitmeyen Sürgün” hayata tutunamayıp “elvada” diyenlere adanmış gibi durmakta. Ne acı ki, devrimcilerin kanser ölümleri çok bu kitapta.

Korkudan mı nedir? “diğerlerini” koruma içgüdüsü olduğunu düşünüyorum; kitapta gerçek isimlerin kullanılmayıp başka adlarla anılmasını yadırgadım. “Sahipsiz kitap” gibi sahipsiz duruyorlar hala. “Sahipsiz kitap” hikayesi sayfalarda hoş dursa da özgürlükten yana söylemi olan solun, sol içi sansürün varlığına kanıtı.

Sabah ışıklarının umut türküsü “Aysel” yüreğimi dağladı, yangın yeri oldu dünyam, onu unutmak mümkün değil. İyi ki Zehra ANA`lar var. Selam olsun Zehra ANA`ya.

Kendi şairine yaşam hakkı tanımayan, değerini YÜCEL'temeyen bir anlayış, ne demeli bilmem ki? Örgütün hali ortada, bir şey söylemeye gerek var mı?.

Ben en iyisi sözü burada Osman Aygün'e bırakıp sizlere veda edeyim. Ölüm orucunda son nefesinde Osman Aygün'ün sayıkladığı sözler

“Yol yol geçerken dağları
Orman orman inerken ovaya
Irmak ırmak taşarken denize
Gördük ki eksik bir şey var
Ya bu yolun katranında
Ya bu ormanın ağacında
Ya bu ırmağın damlasında
Bir şey var eksik olan
Bir şey var.”


Köln/10.12.2015

Not: Ufuk Bektaş Karakaya, 18.12.15 (Cuma) saat 19:00’ da Enver Karagöz Edebiyat Dostları etkinliğinde bir söyleşi yapacak. İlgi duyanlara duyurulur.