GAZİANTEP

Halfeti'den Gaziantep'e doğru ilerlerken fıstık ve ceviz ağaçlarının kapladığı alanlardan geçiyoruz. Güneydoğu'nun Paris'i olarak adlandırılan Gaziantep'in gelişmişliğini basından ve yayınlardan öğreniyoruz.

G. Antep'in meşhur tarihi ŞİRE HAN OTELİ ne yerleşiyoruz. Bu otel eski bir han, kervansaray binasından oluşturulmuş. Otel odaları ikşer, üçer bölümden ve pencerisiz odalardan oluşuyor. İlginç yapısıyla gezip-görmeye değiyor. Akşam yemeğimizi burada yiyoruz, yemek yine muhteşemdi.

Yemekten sonra gezi arkadaşlarımızı Arife Hanım meşhur „Sıra Gecesine“ götürüyor. Biz ise, eşim ve rehberimiz Bekir Beyle kentin mahallelerini dolaşmayı yeğliyoruz. Eski mahalleleri dolaşırken yazar Ahmet Ümit'in mahallesine yolumuz düşüyor. Sokakta karşılaştıklarımız , „Artık bu mahallede Suriye'den gelenler yaşıyor,“ diye yakınıyorlar. Sokakta kapı önünde oturup çocukların oynamasını izleyen genç bir bayanla konuşmaya başlıyorum. „Yoruldum da biraz dinleniyorum“ diyor. Ne yaptığını soruyorum; beni avlu denilen evlerinin bahçesine davet ediyor. İçeride oturup kırmızı biber ayıklayan kadınları gösteriyor. Oturmamı, kahve ikram etmelerini israrla tekrarlıyorlar bu kadınlar. Yanlarında hiç erkek olmadığı halde Eşimi ve Bekir'i de davet ediyorlar. İşte benim ülkemin kadını, Anadolu kadını…erkek kadın demeden konuk severliğini, yardım severliğini sergiliyor. Kadınıyla, erkeğiyle birlikte olmanın, iki cinsin birbirlerinden kaçacak olumsuz duygu ve düşüncelere pabuç bırakmadıklarını kendilerine güvenli bir şekilde gösteriyorlar.

Genciyle, yaşlısıyla birlikte imece usulü çalışan bu kadınlar kucaklarına biriktirdikleri biber köklerini, tohumlarını ne yaptıklarını sorduğumda, “Esas biberin en iyi yeri burasıdır, yemeklerimizde biz burasını kullanırız,” diyorlar. Köy kökenli olduğum, biber yetiştirdiğimiz ve kuruttuğumuz halde hiç görmediğimi, kullanmadığımı söylüyorum.Genç olanı içeriden getirip paket yapıp veriyorlar, parasını vermek istiyorum almıyorlar. Yanlarındaki çocuğa okul gereksinimlerini karşılarsın diyerek zorla veriyorum.

Kadınların yakın davranışı, konuk severliği beni duygulandırıyor. Ah benim bozuşmamış Anadolu insanım, ne kadar da candan, ne kadarda insan! Sevgileri yüreğime saplanıyor. Gaziantepli olan Bekir,“ Kara yılan buradan. Ermeni çetelerini püskürten yiğit buralı. Atatürk, Anteplileri sadece şehirlerini değil, Türkiye'yi kurtardığı için delegasyonun gözlerinden öpüyor,“ diye ekliyor.

G.Antepi gezerken Bekir bize kentle ilgili bilgiler veriyor. „Şu anki nüfusu 1.889.466. Şimdiki Belediye Başkanımız Fatma Şahin, akıllı bir kadın ama fazla birşey yapmıyor. Önceki B. Başkanları çok şeyler yaptılar. G.Antep sanayi ve gelişmişlik bakımından birinci sıradadır. Tarihi yerleri, kalesi, Zeugma Antik Kenti, Müzeleriyle gezmeye, gelip- görmeye değer bir kenttir. Baklavacılık burada çok önemli iş kurumlarıdır. Burada dokunan Halıları Arap illerine gönderiyor. Halıcılık, dokuma, tekstil önemlidir burada. Altı tane organize sanayi bölgesi, el sanatları, bakırcılık, kilim, ipek ve pamuk- keten karışımı dokumacılık yapılıyor. Sedef ve ceviz ağacından mobilyalara deniz kabuğu yapıştırılarak işlendiği ve deniz kabuğunun Kızıldenizden getirilir,“ diyor.

Hayvanat Bahçesinin ayrı bir güzelliğinin olduğunu da ayrıca vurguluyor. Gaziantep-Hayantap- Kralın yeri. Araplar ise Ayıntap-Suyun gözü diyorlar. Atatürk ise G.Antep diye adlandırıyor, diyor. Birşeyler içmek için bir restaurantın bahçesine giriyoruz. Masalarda boş yer yok, çok kalabalık, zar-zor bir yer buluyoruz.

Ertesi günü G.Antep'in meşhur alış-veriş yerlerini dolaşıyoruz. Gezerken hem alış- veriş yapıyor hem de kent ile ilgili bilgiler almaya çalışıyoruz, insanlarla sohbet ediyoruz. Konuştuğumuz kişilerden kimileri memnun kimileri de piyasanın istenildiği gibi içaçıcı olmadığını anlatıyorlar ve „Biz bilemiyoruz, bunlara kim oy veriyor, herkes ben vermedim“diyor diye yakınıyorlar.

Sanko ve Zorlu grubu sahibi buraların tanınmış işadamlarındanmış. Çevrede görülen „Rüzgar Güllerini“yapmışlar elektrik elde etmek için. Bekir,“ Ürettikleri enerjiyi devlete satıyorlar, kendileri de kullandıkları enerjiye bir şey ödemiyorlar“ diyor.

Gezdiğimiz Dünya'nın en büyük `Mozaik Müzesi yanında Gaziantep'te altı büyük müze varmış. Mozaik Müzesi tek kelimeyle harika. İnce ince üzerinde çalışılmış,taşınmış, dokunmuş halıyı andıran yerdeki ve duvarlardaki işlenmiş resimler görülmeye değer.

Müzede çini sergilenen çiniyle işlenmiş resimlere insanın baktıkça bakası geliyor, tarihe yolculuk yapılıyor sanki. “Çingene Kızı” mozayiği ise başlı başına görülmeye değer bir eser. Bu eser, Gaziantep iline bağlı Nizip ilçesinin on km. doğusunda bulunan Zeugma Antik Kentinde 1998-1999 da bir villanın 300metre karelik tabanında bulumuştur. Gaziantep´in simgesi haline gelir ve önce Arkeloji Müzesinde sergilenir. 2011 den itibaren Zeugma Mozaik Müzesinde sergilenir. Resimdeki kişinin kadın mı, erkek mi oladğu bilinmez, yalnız uzun saçlarından dolayı „Çingene Kızı“ olarak adlandırıldığı anlatıldığı söyleniyor.

Fıstıklı Baklavaları G. Antep'in sunduğu tatlıları vurgulamadan geçmek olmaz. Gezip-gördüğümüz yerlerdeki gibi G.Antep'in güzellikleri de anlatılmakla bitirilemez. Örneğin, „Menengiç kahvesi“nin döğüldüğü, içildiği ve satıldığı mekan ziyaret edenleri dinlendiriyor. G.Antep'te “Gezen güzel, oturan gazel olur,“ sözü çok söylenirmiş. Doksanikibin nüfuslu Birecik'e yaklaşırken Barak Ovası'nı kaplayan fıstık tarlalarının arasından geçiyoruz.

HATAY

Gaziantep'ten Hatay'a doğru ilerlerken yörenin topraklarının verimliliğini zevkle izliyoruz. Sonbahar olduğu halde çevre yemyeşil.Turunçgillerin çevreyi çicek bahçesine döndürdüğünü görüyoruz.

Hatay da „Harbiye“ diye adlandırılan semteki beş yıldızlı Defne oteline yerleşiyoruz. Defne; yaprağını kafasına takan Apollonun aşık olduğu kızın adıymış. Zengin meşhur „Uzun çarşı´“yı geziyoruz, kokusu çarşının dışına taşmış baharatçılardan ve değişik eşyalardan alıyoruz. Çarşının ortasında ki yaşı bilinmeyen „Çınar“ ağacının altında tanınmış künefeciden alıp yiyoruz ve dinleniyoruz. Daha sonra Otelde yediğimiz künefe çok daha lezizdi demeden geçemiyoruz. Hatayın ortasından akan Asi nehrinin çevresinin pisliği güzelim kenti çirkinleştiriyor. Sadece Asi ve Nil nehirlerinin ters aktığı söyleniyor, neye göre!

Hatay'daki camilerde, kiliselerde, havrada ibadetlerin yan yana yapıldığı, barış içinde yaşandığı anlatılıyor. Kiliselerin içleri tertemiz. Kiliseler “cincik gibi” diyorlar. Cincik- cam, güzel demekmiş. Son zamanda gelen Suriyelilerden yakınıyorlar. Oysa Hatay´ın çok dinli ve çok kültürlülüğü benimsemiş, barış ve huzur içinde yaşanılan bir kent olduğu iyi bilinir. Burada farklı din ve mezheplerdeki insanlar birarada barış ıçinde birlikte yaşaıklarını ama Suriye´den gelenlerin huzurlarını bozduklarını anlatıyorlar. Hatay dört ayrı din grubunun yaşadığı çok kültürlü bir kent.

Hataylı Öğretmen arkadaşlarım Gassan ve Nihal; „ Her dine ait komşularımızla, dost ve arkadaşlarımızla tüm özel günlerini birlikte kutluyoruz, yiyip- içiyoruz. Öngörülen ibadetleri birlikte yapıyoruz. Hoşgörü ortamında mutlu bir şekilde kimse kimseyi incitmeden, horgörmeden birlikte yaşıyoruz. Bizim bu saygı ve sevgi ortamımızın dünyayı sarmasını diliyoruz,“ diyerek en içten düşünce ve duygularını yıllar önce bizlerle paylaşmışlardı.

Yıllar sonra Hatay'a yolum düştü. Kentteki camileri, kiliseleri, havra(sinagog)ları gezdim, insanlarla sohbet ettim. O çok kültürlü, kocaman yürekleri insanlarını tanıma olanaği buldum. Sevgili arkadaşlarım, can dostlarım Nihal ve Gassan´ı anımsadım. Ekim ayının son günleri olduğu halde havası güzel, çarşıları sebze, meyve, baharatla süslenmiş canlı bir şehir. Güler yüzlü, candan insanlarıyla sohbet ediyorum. Kentin merkezindeki eski meclis binası, şimdi kahve olarak çalıştırılan yerdeki gençler,“ Burada herşey çok güzel ama bir de çalışacağımız iş yerleri olsa, işsizliğe bir çare bulunsa!“ diyorlar. Bir tarafı kahve ve restauranta çevrilen bu binanın içinde çok büyük bir toplantı salonu var. Oldukça kibar, gelenlere samimi ve saygılı davranışları dikkatimizi çeken biri bayan, ikisi erkek gençlerle kısa sohbetimiz oluyor. Üçünün de “Üniversite Mezunu” olduğunu öğreniyoruz.

Yahudilerin Urfa ve Hatay'dan çok arazi aldığını ve artık onlara satımların durdurulduğu anlatılanlar içinde. Hatayın çevresindeki Amik Ovasında buğday ve pamuk yetiştirilmektedir.

Hatay´dan çıktıktan sonra Belen´de polis konturol yaptı.“Nerden geliyorsunuz, nerye gidiyorsunuz?“ diye sordu ve kısa açıklamadan sonra, “İyi yolculuklar,” dedi sevecen bir şekilde. Bu davranış bana otuz yıl önce Almanya´dan gelişimizde Karabük yakınında askerin bizi durdurup halimizi- hatırımızı sorduktan sonraki olumlu davranışa karşı oğlumun hayretini hatırlattı. On yaşındaki çocuk,“Bu askerler iyiler, bizim paramızı alacaklar sanmıştım,“ diyerek Almanya-Türkiye arasındaki yolculuklardan kafasında nasıl bir iz kaldığını anlatıyordu. On günlük yolculuk boyunca bir asker, bir de polis konturolünden geçtik.

11.09.2014 tarihinde Hatay'dan Adana'ya doğru yolalırken ünlü Çukorova'nın havasını solumanın mutluluğunu yaşıyorum. Çukurova'yı görürken Büyük yazarlar Yaşar Kemal, Orhan Kemal'i anımsıyorum. Çukorova'da imeci halinde yer fıstığı toplayanları görüyorum. Urfa'da kırmızı biber toplayıp tarlalara serenler gibi.

Ceyhan nehri çevresinde kurulan bir parkta dinleniyoruz, nehir üzerine kurulmuş kahvede basit birşeyler atıştırıyor, içiyoruz. Ceyhan üzerine kurulmuş ince, uzun basit ama gösterişli köprü üzerinde anı fotoğrafları çekiyoruz. Sadece bizler değil, bu kısa molamızda en az sekiz-on gelin ve damat adayı "Gelinlikleriyle ve Damatlıklarıyla“ mutluluklarını kalıcılaştırmaya gelenlerle karşılaşıyoruz. Bu güzelim parkın su kenarını erimesi uzun yıllar alan poşet gibi plastiklerle kirletilmese ne kadar güzel olacak! Orada çalışan onsekiz-yirmi yaşlarındaki genç, „Hergün burayı temizliyoruz ama gelenler plastik torbaları, şişeleri atıp gidiyorlar,“ diyerek şikayet ediyor.

On günlük gezi boyunca gördüğüm iki küçük olumsuz örneğe de değinmeden geçemeyeceğim:

Gezimiz sona eriyor. İnsanlarımızın yaşayabileceği huzurlu ve mutlu bir Türkiye dileğiyle akşam saatlerinde tıklım tıklım olan Adana Havaalanından geriye uçuyoruz.

Antalya / Eylül 2014