Topyekün savaş etkisini gösteriyor. Savaş sadece silahla olmuyor. Arka cephede, "vatan cephesinde" kalemler harıl harıl çalışıyor, propaganda mekanizması tüm hızıyla işliyor. Her zaman olduğu gibi küçük burjuvazi tavşan korkaklığı ile etkileniyor, egemen sınıfın kuklasına dönüşüyor. Daha önce yazdığımız gibi, "şiddete karşı çıkma" demagojisiyle toplumsal muhalefet ve direniş güçlerini ayrıştırma, ehlileştirme çabalarına araç oluyor.

İki örnek verelim: Oral Çalışlar Salı günkü yazısında "PKK’ye tek laf etmeden barış bildirisi" çıkartanları eleştiriyor ve gerçek barışçılığın, "Şiddete (...) başvuranlara (...) taraf gözetmeksizin karşı çıkmak" olduğunu belirtiyor. Aydın Engin ise Perşembe günkü yazısında Duran Kalkan’ı eleştiriyor ve soruyor: "En iyisi başarıdan ne anladığınızı siz anlatsanız da anlasak..." Kalkan’ın ne anlatacağını bilemeyiz, ama "duayen gazetecilerimize" demokratlığın bazı esaslarını anımsatalım – aynı Bilal’e anlatır gibi...

Burjuva demokrasisi, ancak demokratik hukuk devleti esaslarıyla var olabilir. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yani yargının bağımsızlığı, yürütmenin yasama kontrolü altında olması, basın ve ifade özgürlüğü başta, tüm temel hak ve özgürlüklerin engelsiz kullanılması. Burjuva demokrasisi, devletleri, devleti şiddet aracılığı ile yıkmak isteyenlere karşı dahi demokratik hukuk devleti esaslarına göre mücadeleye yükümlü kılar. Kapitalizmde göreceli olsa bile, hukukun üstünlüğü burjuva demokrasisini belirler.

Bunlar olmuyor, sivil yerleşim yerleri bombalanıyor, evler ve işyerleri kurşunlanıyor, orantısız askeri şiddet kullanılıyor, keyfi uygulamalarla ifade özgürlüğü kısıtlanıyor, yargısız infazlarla siviller katlediliyor, Kürtler "potansiyel terörist" muamelesine tabi tutuluyor ve bizzat devletin başı hemen herkesi tehdit ediyorsa, o zaman değil hukuk devletinden, işleyen bir burjuva demokrasisinden dahi bahsedilemez. Vatandaşlarını terörize eden ve her açıdan uluslararası hukuku çiğneyen bir devletin yaptığına da uluslararası hukukta kirli savaş denir.

Her devlet şiddet tekelini elinde tutar. Ancak şiddet tekelinin, hatta savaşın da kuralları ve uyulması zorunlu yasaları vardır.  Bu kural ve yasalara uyulmadan uygulanan şiddet, devlet terörüdür. BM Şartı bu durumda silahlı mücadele ve direnişi meşru kılar. Demokratlar silahlı mücadeleyi doğru bulmayabilir, karşı da çıkabilirler. Ama yurttaş olarak asli görevlerini yerine getirmeden, yani barış ve demokrasisinin tesis edilmesini sağlayacak koşulların oluşması için mücadele vermeden, devlete haddini bildirmeden, yoksulların ve kadınların oluşturduğu bir hareketi eleştirince, istemeden de olsa, tarafsız değil, egemenlerin tarafı olurlar. PKK güçlerinin savaş kurallarına uyduğu, devletin ise hiç uymadığı kirli savaş ortamında "tarafsızlık" söylemi, lafazanlıktır.

Bu işler böyledir "duayen" ağabeyler: barış ve demokrasi mücadelesi rahatınızı bozmayı ve gerektiğinde bedel ödemeyi kabullenmeyi gerektirir. Hani sizden fazlasını beklemiyoruz: bedelsiz barış olamayacağını anımsayın ve PKK’ye laf yetiştirmek yerine, demokrat yurttaşlar olarak görevinizi yapın yeter.