Başka bir ülkede olmanın payı büyük. Sürekli koklarsınız ve ararsınız size yakın olan dili. Düşünce dünyasının dökülebilişinin sonsuz matematiğini. Düşüncenin dile, dilin düşünceye muhalefetinin yoğun arenasında yorulmanın-yoğrulmanın keyfine varmak istersiniz. Edebiyatın gerçeksiz-gerçekle gerçekleştirdiklerini tatmak, sürekli zenginleştirir sizi.

BalıKuş’un kapağını açar açmaz, daha ilk sayfasında dilin kokusu-örüntüsü sarıverdi hemen beni. “Bu kitaba başlanılır ve başlandığı gibi de bitirilir” deyiverdim. Kitabın sonuna gelindiğinde, düşünce-dil dünyasının bataklık halinin hüküm sürdüğü bu dünyada, tertemiz bir suya dalınmış ve çoğalınarak çıkılmıştı işte... Soné Gülyan’ın, yazılarından tanıdığım kalemi yanıltmadı beni. Biyografisini de okuyunca, dilinin kokusunun neden bana güzel geldiği daha da belirginleşti.

***

Şiir formatında bir roman yazmak ve bunu okuru tökezletmeden nihayetlendirmek; sadece yoğun bir emeği değil, edebi bir birikimi, bu birikimi iyi sentezleyebilmeyi de gerektirir. Bu emek, birikim ve sentezleme, okurunu tarifsiz bir memnuniyete taşıyacak bir titizlikle, özenle akmış Soné Gülyan’ın kaleminden. Abartısız her sayfasında; “vay be, yine engelsiz koşturabildi, nasıl titiz çalışılmış, emeklerine sağlık, emeklerine sağlık” dediğim bir memnuniyet sarıp sarmaladı beni.

Kitaba başlarken; “bir varmış bir yokmuş”, “evvel zaman içinde kalbur saman içinde” masal başlangıçlarının değişik bir versiyonuyla karşılaşıyorsunuz. Bu değişik karşılaşma, kitabın sonuna dek nice değişik hallere bürünmekte.

Bu karşılaşmanın ardından, başka karşılaşmalara tanıklık etmeye başlıyorsunuz:

Kuş uzaktı içinde uçtuğu havadan.

Balık dışındaydı içinde yüzdüğü suyun.

Sonra ikisi de yabancıydı birbirine.

Ne birinin uçmaktan,

ne ötekinin yüzmekten haberi vardı....”.

***

Nasıl olur da fabllerden ya da çocuk kitaplarından tanıdığımız, bir hayvanın “kendi aksini suda görüp, başka bir hayvan zannetme” aktarımı bu kadar başka bir hale dönüştürülebilirdi!!!

Bildiğimiz şimdiki zamanda

- yor ekli

Hem kuşun, hem balığın içinde,

bir kayanın üzerinde aşk yeşerdi.

Ve lâkin bu aşk

iki ayrı bedende ya suya düşeceği

ya da havada kalacağı için

hasrete daha şimdiden gebeydi.

Ne gökyüzü balığa, ne de dere kuşa yuva olabilirdi

Nasıl olur da bu başkalaşıma, sözcüklerle ilmek ilmek örülen yeni yollar döşenebilirdi!!!

Nasıl olur da “öfke, kin, kıskançlık, intikam...” gibi duygulara, neredeyse hiç yer verilmeden bir “aşk” tasvir edilebilirdi!!!

Nasıl olur da hiç “miş’li geçmiş zaman”a dönüşmeyen “- yor ekli şimdiki zaman”; dilin bu sonsuz matematiğinde evrilip ŞİMDİ DE bırakılabilirdi!!!

Balık böyle deyip umudunu yerken kederden

deredeki yosunlar bir de çer çöp

teselli olsun diye

ona şimdiki zamanı emzirdiler yeniden.

Nasıl olup da hiç “miş’li geçmiş zaman”a dönüşmeyen “- yor ekli şimdiki zaman”; kitabın sonunda dile geldi!!! Ve dediği neydi....

***

Okurken her sayfada, romanın ve zaman kavramının “nasıl, nasıl...” dediğim örüntülerinin altını çiziverdim. Bu yaratıcılığı kaçırmadan takibetmek istedim. Ancak bunların hiçbirini burada aktaramayacağım. Yukarıdaki alıntıları aktarırken bile; “eksik kaldı” diyerek elim titredi. Çok yoğun bir emek. Kitabı eline alıp da tamamen okumadan tadına varılamayacak bir emek.

Açıkçası bu denli emek yoğun, titiz ve abartısız firesiz bir edebi örgüden; cımbızlama yaparak, alıntılar aktararak emeğe saygısızlık yapma kaygısı engelliyor şu anda beni.

***

Aklın prangalandıkça prangalandığı bir çağda ve toplumsal örüntüler içerisindeyiz. Dizilerden filmlere, öykülerden romanlara, ne kadar değişik versiyonlar üretilirse üretilsin; bunların neredeyse tamamı, aynı tornadan çıkmışçasına, insanın “sonra ne olacak?” merakını sömürmeyi hedeflemekte. Büyük bir ahmaklık yaratmakta.

BalıKuş ise; “Bu aşkın sonu ne olacak?” ın peşinde koşturmayı hedefleyen bir çiğlikle yoğrulmamış. Başından sonuna dek; “zamansız ve mekânsız” yaratıcı bir dil kullanımına ilgi ve merakla okuru keyifle koşturabilmekte.

***

Kitabın arka kapağında Soné Gülyan: “Bu hikâyede zamansız ve mekânsız aşkın kudretine şahitlik edeceksin” diyor. Ben de; dilin düşünceye, düşüncenin dile muhalefeninin tarifsiz bir emek, sentezleyiş ve büyük bir nezaketle sunulduğu BalıKuş’a şahitlik edenlerin çok olmasını diliyorum tüm yüreğimle.

BalıKuş, “okumasaydım eksik kalacaktım” dediğim edebi eserlerden biri oldu. “BalıKuş’u Niye Yazdım?” yazısıyla işlediği “ayıp” sonucu kitaptan haberdar olmamı ve Adil Yiğit’ten acilen kitabı rica etmemi sağlayan Soné Gülyan’a, kitabı bana postalamayı ertelemeyen Adil Yiğit’e yürekten teşekkürlerle....

KİTABIN KÜNYESİ: BalıKuş, Soné Gülyan

La Kitap Yayınları, Şubat 2019