ENGELS VE HIRİSTİYANLIK DİNİNİN DOĞUŞU

Almanya’da din sorunu, Fransız Aydınlanmacılarından çok farklı biçimde ele alınır. Almanya’daki düşünürler, Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’in tarihsel kökenini incelemeye girişmişlerdir. Örneğin, ‘İncil kitabı tarih ve dil açısından eleştirilir.’ (Engels) İncil’i, tarihsel ve dilsel açısından inceleyen bir bilim ilk defa Almanya’da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Engels, dinin köklerine inerek ‘bu bilim hemen hemen yalnızca Almandır’ diyecek ve ünlü din tarihçisi Ernest Renan’ı, Alman eleştirmenlerinin din konusunda görüşlerini aşırmakla suçlayacaktır. Engels, ilk Hıristiyanlığın doğuşu konusundaki görüşlerini esas olarak iki uzun incelemesinde ifade etmiştir. Bruno Bauer ve İlk Hıristiyanlık (1882) ve İlk Hıristiyanlığın Tarihi Üzerine (1892).

Din sorununa Marx’tan daha fazla ilgi gösteren Engels, Bruno Bauer ve İlk Hıristiyanlık başlıklı yazısında Bruno Bauer’in ölümü nedeniyle, Bauer’in Hıristiyanlığa tarihsel kökleri konusunda yaptığı katkısını değerlendirir. Engels’e göre Bruno Bauer, Hıristiyanlık dininin, halkı kandırmak için, papazların, sahtekarların işi olduğunu ileri sürenleri eleştirir. Dini, papazların halkı uyutmak için uydurdukları bir davranma biçimi gibi gören düşüncelerin yanlış olduğunu söyler. Engels, bu konuda şöyle yazmaktadır: ‘Ortaçağın özgür düşünürlerinden, Aydınlanmacılar dahil olmak üzere 18. yüzyılın Aydınlanmacılarına kadar egemen olan, bütün dinleri, dolayısıyla Hıristiyanlığı da dolandırıcıların işi olarak gösteren bakış açısı, Hegel felsefeye dünya tarihinde rasyonel bir gelişme olduğu görevini yükledikten sonra artık yetersizdi.’ (Engels, MEW Band 19, s. 297). Bu nedenle 1800 yıl kadar sürmüş olan ve insanlığın büyük bir bölümünü egemenliği altında tutmuş olan ve Roma İmparatorluğu’nu boyunduruk altına almış olan bir dinin, dolandırıcılar tarafından halkın başına örülmüş bir saçmalık olduğunu ilan etmekle, bir dinin üstesinden gelinemez. Engels’e göre ‘dinin üstesinden, ancak dinin kökeni ve gelişimi, dini doğması ve egemen hale gelmesi, tarihsel koşullardan hareketle açıklanabiliyorsa gelinebilir.’

Burada önemli bir soru ortaya çıkıyor:  Nasıl oldu da, Roma İmparatorluğu’ndaki halklar, Hıristiyanlık dinini öteki dinlere karşı tercih etti? Özellikle de köleler ve ezilenler tarafından vaaz edilen bir din, neden egemen sınıflar tarafından kabul edildi?  Bunların nedenlerinin araştırılması Alman Aydınlanmasının önemli sorunlarından biri olmuştur. Engels’e göre Bruno’nun katkısı, bu alanda çok önemlidir. Gerçi Alman düşünürlerden G. Wilke (1788-1854), İncil’in bölümlerinin, zaman içinde birbirlerini izlediklerini ve birbirine bağlı olduklarını kanıtlamıştı. Ama Wilke İncil’deki dilsel biçimden hareket eder. Engels’e göre Bruno’nun din tarihine katkısı ise İncil’in içeriğinden hareket ederek, İncil’in bölümlerinin,  zaman içinde birbirlerini izlediklerini çürütülemez bir şekilde ortaya koymasıdır. Böylece Bruno Bauer, şu soruları yanıtlamak için engelleri ortadan kaldırmış oldu: ‘Hıristiyanlıkta bir çeşit sistem olarak toplanmış olan tasarımların  ve düşüncelerin kökeni nedir?’ Bu tasarım ve düşünceler nasıl egemen oldular? Bruno Bauer hayatı boyunca bu sorulara cevap aramıştır.

Görüldüğü gibi, Alman Aydınlanmacıları, dinin toplumsal kaynağını araştırmışlardır. Marx ve Engels, dinin toplumsal ve düşünsel nedenleri konusuna fırsat buldukça eğildiler. Engels, kendi araştırmalarına dayanarak Hıristiyanlık dininin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan toplumsal koşullar konusunda şöyle yazar: ‘Roma istilası,  boyunduruk altına alınan bütün ülkelerde ilkin direk olarak daha önceki siyasal yapıyı, sonra da dolaylı eski toplumsal yaşam koşullarını parçaladı.’ (Engels, MEW Band 19, s. 300). Boyunduruk altına alınan ülkelerde çeşitli yaptırımlara ve tedbirlere başvurulur: İlkin, eski kast sistemi parçalanır. Kast sisteminin yerine Romalı yurttaş ve yurttaş olmayan şeklinde basit bir ayrım getirilir; ikinci olarak, Roma devleti adına haraç istenir, ağır vergiler getirilir; üçüncü olarak da, Roma hukuku gereğince, adalet her yerde Romalı yargıçlar tarafından yerine getirilir. Yerli toplumsal yönetmelik ve hukuk, Roma hukukuyla çatıştığı durumlarda, geçersiz ilan edilir. (Engels, MEW Band 19, s. 301). Bu üç aracın muazzam bir düzleyici etkisi olmuştur. Roma İmparatorluğu küçük gruplaşmalara son verir. Üç araç (askeri güç, Roma Hukuku, vergi toplama aygıtı) boyunduruk altına alınan ülkelerin geleneksel iç örgütlenmesini bütünüyle parçalar.

Geleneksel toplumların siyasal ve toplumsal örgütlemesinin yok etmesiyle birlikte Roma imparatorluğu aynı zamanda onların dinlerini de ölüme mahkum eder. Antikçağın bütün dinleri, aşiretlerin ve daha sonra ulusların doğal dinleriydi, ki bu dinler her halkın toplumsal ve siyasal durumundan doğmuş ve onlarla kaynaşmış dinlerdi. Bir kez temelleri çöktüğünde, geleneksel toplumsal biçimler ve eski siyasal kurumlar ve ulusal bağımsızlık yıkıldığında, onlara bağlı olarak din de kendiliğinden çöktü.’ (Engels, MEW Band 19, s. 302).

Engels, Hıristiyanlığın ortaya çıkmasının maddi, düşünsel ve ahlaki koşullarını tasvir ettikten sonra şunu yazar. ‘İşte bu evrensel ekonomik, siyasal, entelektüel ve ahlaki çözülme durumunda Hıristiyanlık ortaya çıktı. Daha önceki bütün dinlere karşı kesin bir karşıtlık olarak çıktı.’ (Engels, MEW Band 19, s. 303).