Avrupa'da vizesiz seyahat kavramı İkinci Dünya Savaşı sonrasında Strasbourg merkezli Avrupa Konseyi’nde icat edilip uygulamaya konuldu. Türkiye’nin de 1949 yılında üye olduğu Avrupa Konseyi, üye devletlerin vatandaşlarının birbirlerini daha iyi tanıyıp anlamaları ve böylelikle 20’nci yüzyılın ilk yarısında iki korkunç savaş yaşamış kıtanın barışa kavuşması felsefesinden hareket etmekteydi.

Bu amaçla 1950’li yılların ilk günlerinde başlayan tartışmalar 1957 yılında “Avrupa Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında Şahısların Serbest Dolaşımı Anlaşması”nın imzalanmasıyla sonuçlandı. 1960’a gelindiğinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Avrupa Konseyi ülkelerinin büyük çoğunluğu karşılıklı olarak vize uygulamasına son vermişti.

Türkiye 'Vizesiz Avrupa'dan ne zaman çıktı?

Ancak Türkiye 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren kendi içinde patlak veren siyasi istikrarsızlık nedeniyle 1980 yılında “Vizesiz Avrupa”dan çıkarılacaktı. Federal Almanya 1957 anlaşmasını Türk vatandaşları için askıya aldığını Avrupa Konseyi genel sekreterliğine 9 Temmuz 1980 tarihinde bildirdi. Bildiride vize kararı, “Bu tedbir, asayiş nedeniyle gerekli görülmüştür. İltica hakkını kötüye kullanıp, ikamet ve yerleşme hakkıyla ilgili düzenlemelerin biçimini bozmak niyetiyle Almanya Federal Cumhuriyeti’nin sınırlarından giriş yapan Türk uyrukluların sayısı 1980’in ilk aylarında olağanüstü artış göstermiştir. Bu nedenle Almanya Federal Cumhuriyeti topraklarına girişin daha sıkı kontrol edilmesi kaçınılmazdır. Almanya Federal Cumhuriyeti üç yıllık bir sürenin ardından Türklere vize konusunu yeniden gözden geçirecektir” ifadeleriyle gerekçelendiriliyordu.

Fransa Almanya'yı izledi

Aynı yıl 24 Eylül’de Fransa da Federal Almanya’yı izleyecek ve aynı yöntemle, yani Avrupa Konseyi bünyesindeki anlaşmayı Türkler için askıya aldığını bildirerek vize uygulaması başlatacaktı. Dönemin Fransa Başbakanı Raymond Barre, askeri cuntanın yönetime el koymasına rağmen Strasbourg’a gelebilen Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) üyesi Türk vekillere 30 Eylül 1980 tarihinde benzer bir cevap verecekti: “Karar asayiş endişesinden kaynaklanmaktadır. Fransız hükümeti, bu kararla ilk olarak, komşu ülkelerde iş bulamayan kaçak işçilerin Fransa’ya gelerek yasadışı yollardan çalışmalarını engellemek istemiştir. Fransa’ya dışarıdan göç 1974'te askıya alınmıştır. İkinci olarak, Türkiye’de mevcut siyasi kargaşa döneminde kontrol edilemeyen unsurların Fransa’ya girerek, Paris’teki Türk elçiliği basın müşavirine yönelik son saldırı örneğinde olduğu gibi, terör faaliyetlerinde bulunmalarının veya geçen hafta Strasbourg’da Avrupa Konseyi önündeki türden gösterileri kışkırtmalarının engellenmesi amaçlanmaktadır.”

Türk parlamenterler 12 Eylül askeri darbesinin ardından Mayıs 1981’den Ocak 1984’e kadar Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nden uzaklaştırılmış, konuyu Avrupa platformuna taşıyamamışlardı. Fransa Dışişleri Bakanı Roland Dumas’nın Ekim 1984’teki AKPM ziyareti yeni bir fırsat yaratacaktı. AKPM Türk heyeti üyelerinden ANAP milletvekili Bülent Akarcalı, genel kurulda söz alıp, Türk vatandaşlarına vize uygulanmasının “Avrupa Konseyi tüzüğü ve Avrupa dayanışmasına aykırı” olduğunu söyledi ve Dumas’ya Fransa’nın vize politikasını gözden geçirme niyetinde olup olmadığını sordu.

Dumas'dan aldığı cevap şaşırtıcıydı: “İnşa etmekte olduğumuz Avrupa, şüphesiz bir özgürlükler Avrupası olmalıdır. Özgürlükler Avrupası Avrupalıların dolaşım özgürlüğünü de kapsar. Fakat ilkeler bir şey, gerçekler ise yeri ve zamanıyla başka bir şeydir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AKPM'nin 906 numaralı tavsiye kararına Ocak 1981’de verdiği yanıtta, söz konusu ülkelerin bakanlarının Türk uyruklulara neden zorunlu vize uygulaması başlattıklarını belirtmiştir. Bu kontrol tedbirlerinin ayrımcılık içermediği ve Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında şahısların dolaşımına ilişkin anlaşmayla uyumlu olduğu kabul edilmiştir. Bu anlaşma kamu politikası, güvenliği ve sağlığı temelinde geçici olarak askıya alınabilmektedir. O dönem bu tedbirlerin geçici olduğunu ve zamanla gözden geçirilebileceğini bildirmiştik, bu doğru. Bununla birlikte, geçici olanın daimi hale geldiği alanlar mevcuttur.”

'Vize uygulaması tek taraflı kararlaştırılmadı'

Benzer bir sahne 1985'te Federal Almanya’nın Avrupa Konseyi dönem başkanlığı sırasında yaşandı. Dönemin Alman Federal Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher AKPM genel kurul toplantılarına katılmak için 24 Nisan 1985'te Strasbourg’a gelmişti. Genel kurulda sunumunu yaptıktan sonra AKPM üyelerinin sorularını yanıtlamaya başladı. Soru soran parlamenterler listesinde Türk üyelerden ANAP milletvekili İsmet Özarslan da vardı. Özarslan, o dönem Avrupa Konseyi üyesi olan 21 ülkeden 10'unun Türk vatandaşlarına vize uyguladığını hatırlattıktan sonra, Bülent Akarcalı gibi, bu durumun Avrupa Konseyi anlaşmasına ve Avrupa ruhuna aykırı olduğunu söyledi ve Genscher’e durumu gözden geçirme niyetleri olup olmadığını sordu.

Almanlar Türklere vize konusunun Avrupa platformunda gündeme getirilmesinden hoşnut değildi. Genscher vize konusunda tek sorumlunun kendileri olmadığını belirterek başladı yanıt vermeye: “Zorunlu vize uygulaması konusu sadece vize uygulayan ülkelerin değil, aynı zamanda vatandaşları vize başvurusunda bulunan ülkelerin çıkarları açısından ele alınmalı. 5 Ekim 1980'den itibaren Türk vatandaşları için vize uygulaması başlattık. Dahası, bu tek taraflı yapılmadı, generaller Türkiye’de yönetimi devralmadan önce iktidarda olan Türk hükümetiyle birlikte yapıldı. Böyle yaptık, çünkü ülkemize giren Türk uyrukluların sayısı kendilerini özümseme gücümüzü aşmıştı.”

Genscher, 12 Eylül askeri darbesi öncesi iktidarda olan Türk hükümetinin Türk vatandaşlarına vize uygulamasına onay verdiğini ima ediyordu. Bu konuda ayrıntıya girmedi, o an genel kurulda olan Türk parlamenterler de Genscher’in bu ifadelerini sorgulamak gereği görmedi.

12 Eylül'ün yarattığı etki

Yukarıdaki birkaç tarihi olayı bugün AB ile Türkiye arasında devam eden vize müzakerelerinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayabileceği kaygısıyla not ettik. Elbette AB içinde serbest dolaşım ile vizesiz seyahat tam olarak aynı şey değiller. Ancak unutmayalım, AET (ya da bugünkü adıyla AB) ülkeleri 1980 yılından itibaren Türk vatandaşlarına 1970’li yılların başlarında imzalanan Katma Protokolleri değil, Avrupa Konseyi bünyesinde 1957'de imzalanan serbest dolaşım anlaşmasını askıya alarak vize uygulaması başlattılar. Türkiye, büyük ölçüde askeri cunta nedeniyle “demokrasi özürlü” bir ülke olarak, Avrupa’da demokrasi, insan hakları ve hukuk devletinin adresi olan Avrupa Konseyi'nde kendi vatandaşlarına vize uygulanmasına karşı hiçbir şey yapamadı.

Buna bir de 12 Eylül sonrası Türkiye’den yüzbinlerce kişinin, çoğu zaman ilticacı olarak, Batı Avrupa ülkelerine göç etmesi ve Türkiye’nin ekonomik kalkınma alanında AB ortalamasının gerisinde olması da eklenince vize konusunda ne Avrupa kanadında ne de Ankara’da yıllar boyu motivasyon kalmadı. Bu da dışarıdan göç konusunun iç siyaset malzemesine dönüştüğü belli başlı AB ülkelerinde iktidarların işine geldi. Türkiye Avrupalı turistlerin gelirlerine muhtaç olduğundan onlara vize uygulayamazken, AB ülkelerinden aynısını kendi vatandaşları için talep edemez oldu.

AB son yıllarda kendine özgüveni artan Ankara’nın konuyu gündeme getirmesiyle hiçbir hukuksal temeli olmaksızın olası vize muafiyeti için Türkiye’nin önüne biyometrik pasaport, sınır güvenliği ve geri alım anlaşması gibi yeni koşullar koymaya başladı. Geri Kabul Anlaşması ile Vize Muafiyeti Anlaşması birbirleriyle alakalandırıldı. Yani, AET ile zamanında imzalanan ve normal olarak hâlâ yürürlükte olan anlaşmalar bugün pazarlık konusu haline geldi.

Geri Kabul Anlaşması'nın Türkiye'ye yükü

Geri Kabul Anlaşması yürürlüğe girdiğinde 28 AB ülkesine Türkiye üzerinden kaçak giriş yapmış üçüncü ülke vatandaşlarının otomatik olarak Türkiye’ye iadeleri gündeme gelecek. Türkiye çoğu zaman bu kaçak göçmenleri geldikleri ülkelere gönderemeyecek. Zira göndermek istediğinde bu sefer önüne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi engeli çıkacak. Şu anda Özbekistan, Irak, İran gibi ülkelerden kaçak gelip Türkiye kendilerini anavatanlarına iade etmek istiyor diye AİHM’de Ankara’dan davacı yüzlerce birey var. O halde bu insanların barındırılmaları, onlara iş bulunması, güvenlik gibi sorunlar gündeme gelecek.

Karşılığında kapalı kapılar ardında yakın gelecekte “tam üyelik” sözü alındıysa (ki bu çok küçük bir olasılık) ve bunun getireceği ağır finansal yüke AB ortak olacaksa Geri Kabul Anlaşması Türkiye için kısa vadede sorun yaratmayabilir. Fakat böyle bir durum yoksa ikinci bir Gümrük Birliği fiyaskosu AB-Türkiye ilişkilerini Ankara açısından tehdit ediyor demektir. Zira iddia edildiği gibi 3 yıl içinde Türk vatandaşlarına vizenin kaldırılmasını beklemek olsa olsa hayalperestlik olur. Kendi haklarından konjonktürel nedenlerden ötürü vazgeçen Ankara, karşı çıktığı imtiyazlı ortaklığı tepsiyle AB’ye teklif ediyor görüntüsü veriyor.DW