Fransa’da 7 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanı seçimi ikinci turunda karşı karşıya gelecek Emmanuel Macron ve Marine Le Pen'in Avrupa ve dış politika vizyonları, ideolojik ve felsefi açıdan tamamen farklı.

Macron özellikle Avrupa eksenli, AB’yi Fransa’nın dünyadaki çıkarları açısından kalkan olarak gören ve bu amaçla AB bünyesinde entegrasyonun federal eğilimle derinleştirilmesinden yana bir çizgiyi savunuyor.

Macron’a göre günümüz dünyası hem tehditler hem de fırsatlarla dolu: ABD başkanı Trump “Fransızları kaygılandırıyor”, Rusya lideri Putin “uluslararası hukukun dışına çıkma pahasına tehlikeli bir dış politika yürütüyor”. Dünyadaki dengeler Çin “lehine” gelişiyor. Ortadoğu savaşlarla boğuşmakta, Avrupa ise Brexit ile yıpranmış vaziyette.

Macron, bunlara karşılık dünya ekonomisinin büyüdüğünü, yoksulluğun azaldığını, gelişmekte olan ülkelerde orta sınıfın geliştiğini, tıp ve bilimin ilerlediğini, dijital devrimin yeni iş alanları yarattığını ve ülkeler arasında yatırım ve her türlü alışverişin çoğaldığını söylüyor.

Fransa’da geçen yıl kurulan "Yürüyüş” hareketinin 39 yaşındaki lideri, Fransa’nın dünyada söz sahibi olabilmesi için AB ve NATO’ya ihtiyacı olduğunu savunuyor. Fakat NATO’nun Balkanlar haricinde genişlemesine de karşı çıkıyor.

Macron ve Türkiye

Emmanuel Macron, Türkiye’nin AB üyeliği için gerekli koşulların oluşmadığını, Türkiye’de son zamanlarda yaşananların da “bu yönde olumlu bir gelişme olmadığını” söylüyor. Ne anlama geldiğini net olarak açıklamaksızın, “Türkiye’ye kapılar kapatılmasın” diyor. Buna paralel olarak, “Rusya, Türkiye, Ortadoğu ve Körfez ülkeleriyle Fransa’nın çıkarları ve uluslararası hukuku gözeten ve temel hak ve özgürlükler ve insan haklarını da dikkate alan bir diyalog” istiyor.

Macron, programını açıklarken Türkiye’yi Avrupa formatı dışında gördüğü mesajları verdi. Türkiye’yi, Suudi Arabistan ve İran’la birlikte “yeni güçler” olarak tanımladı. “Uluslararası planda istikrar ve Fransa’nın çıkarları öyle gerektirdiği için otoriter rejimlerden oluşan bu ülkelerle diyaloğun şart olduğunu” söyledi.

Federal Avrupa

Macron, AB politikaları konusunda Daniel Cohn-Bendit ve Sylvie Goulard gibi, Avrupa Parlamentosu’nu da yakından bilen federal Avrupa yanlısı isimlerle çalışıyor. Cohn-Bendt geçmişte Türkiye’nin üyelik sürecine destek vermiş bir isim. Türkiye-AB ilişkilerini yakından bilen Goulard ise şu anda Avrupa Parlamentosu Liberal Grup üyeliği yapıyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar Ankara’nın üyelik perspektifinin en hararetli savunucusu olan Liberal Grup bugün katılım müzakerelerinin derhal durdurulmasını istiyor. Federal Avrupa yanlıları AB ülkelerinde yükselen AB karşıtlığına karşı AB’nin genişleme sürecini ve bu sürecin neredeyse sembolü haline gelen Türkiye’yi frenleme çabasındalar.

İktidara gelmesi halinde Macron için Türkiye ile ilişkilerde en önemli dosya AB değil Suriye olacak. Bu konuda Hollande ile Erdoğan arasında başlatılan diyalog ve işbirliğini devam ettirmesi bekleniyor. Hiçbir dış politika deneyimi olmayan Macron’un Suriyeli ve Iraklı Kürtlerle ilgili politikası ve Barzani’nin bağımsızlık arayışına bakışı Ankara ile ilişkiler açısından önemli. Ülkedeki Ermeni kuruluşlarıyla François Hollande gibi siyasi bağı yok, ancak bu yıl 24 Nisan’da, cumhurbaşkanı seçimi ilk turunun hemen ertesinde, Paris’teki Komitas (Gomidas) anıtını ziyareti ihmal etmedi.

Buna karşılık liberal iş dünyasıyla arası iyi. Fransız iş dünyası Türkiye’deki pazar payını arttırmak istiyor. Macron bu nedenle ikili ilişkilerde ağırlığı ekonomik ve ticari işbirliğine kaydırabilir.   

Le Pen ve Türkiye

Marine Le Pen cephesinde işler daha net ve açık. Le Pen AB fikrine karşı çıkıyor, AB politikalarını istemiyor. AB’yi “Fransız kültür ve kimliği açısından tehdit” olarak görüyor. Bu nedenle AB içindeki tüm aşırı sağcı partiler gibi “Avrupalı” görmediği Türkiye’nin üyelik perspektifine yıllardır karşı çıkıyor.

Le Pen, üyesi olduğu Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye ile ilişkiler konusunda en fazla soru önergesi hazırlayan vekillerin başında geliyor. İktidara gelmesi halinde, AB ortaklarına “mevcut AB’den vazgeçilip ulus-devlet ve ulusal egemenlikler Avrupasına dönüş” önerisinde bulunacak. Bu öneri kabul görmediği takdirde Fransa’da AB’den çıkış (Frexit) referandumu düzenleyecek. Fransa bu arada tüm AB politikalarını bloke edecek. Fransa’nın olmadığı bir AB’nin yaşaması zor olduğundan birlik çöküşün eşiğine gelecek.

"Putin doktrini”

Le Pen sadece AB değil uluslararası ilişkilerde de yeni bir paradigma öneriyor. Rusya lideri Putin ile yakınlaşma yanlısı. Hatta “Putin doktrini” olarak tanımlanan, vatanseverlik söylemiyle dolu, lideri ululaştıran, dini ve milliyetçi motifli aşırı muhafazakar çizgide duruyor. Bu doktrini ABD’nin başı çektiği “Atlantikçi” doktrine alternatif görüyor.

Fransızların “Putinizm” olarak da adlandırdıkları bu doktrin esasen Mayıs 68’in özgürlükçü ruhuna karşı savaşıyor. Mayıs 68 ruhunu “aile, millet, devlet, otorite ve emek kavramlarını baltalamakla” suçluyor.

Le Pen her defasında Putin’e olan “hayranlığını” dile getiriyor. Rus lider için “vatansever, halkının egemenliğine bağlı ve Avrupa uygarlığı değerlerinin koruyucusu” diyor. Putin de Le Pen’e olan desteğini seçim kampanyası sırasında kendisini Kremlin’de ağırlayarak gösterdi.

“Aşırı sağcı” etiketini reddeden ve kendisini “vatansever” olarak tanımlayan Le Pen, iktidara gelmesi halinde Fransız dış politikasında dümeni Rusya’ya çevirecek. Moskova’nın Suriye politikasına destek verecek. NATO’nun en azından askeri kanadından çıkacak.

Türkiye ile AB platformunda çökecek ilişkileri ikili planda karşılıklı menfaat ilişkisine dönüştürmeyi planlıyor. Böyle bir senaryo halinde her konu konjonktüre göre tek tek ele alınacak. Realpolitik kaçınılmaz biçimde esas haline gelecek.

Le Pen’in iktidara gelmesi halinde ABD ile ilişkilerde de ilginç bir tablo ortaya çıkacak, zira Le Pen aynı zamanda Donald Trump hayranı. Trump da Le Pen’e desteğini saklamıyor.            

Özetlemek gerekirse cumhurbaşkanı seçiminin Fransa sınırlarını aşan boyutu da var. Dünyanın önemli nükleer, ekonomik ve diplomatik güçlerinden biri olan Fransa’da Le Pen’in iktidara gelmesi halinde küresel siyasi dengeler yerinden oynayacak. Washington-Paris-Moskova ekseninde “popülist enternasyonal” bir çizgi oluşacak.

Macron’un kazanması ise yeşermekte olan popülist enternasyonale karşı küresel liberalizmin Avrupa’da hâlâ direnebildiği anlamı taşıyacak. (DW/Kayhan Karaca / Strasbourg)