1997 Kasım’ı: basına Deniz Kuvvetleri Komutanlığının »Açık Denizlere Doğru« başlıklı strateji belgesi sızdırıldı. Belgede, »Kafkaslar-Ortadoğu-Balkanlar üçgeni, Kızıldeniz, İran Körfezi, Kuzey Afrika dahil Akdeniz ve Atlantik’in Cebelitarık yakınlaşma suları Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgi alanıdır. (...) Bu ilgi alanı, vatan limanından çok uzaklarda her türlü lojistik desteğe sahip, güçlü ve etkin deniz kuvvetleri gerekli kılmaktadır« mealinde bir tespit yer alıyordu.

28 Kasım 1999, Frankfurt Marriott oteli: burada yapılan bir toplantıya katılan emekli general Çevik Bir, konuşmasını hayli iddialı bir tespitle bitirmişti: »21. Yüzyılın enerji rezervlerinin bulunduğu Avrasya ve Ortadoğu üzerine çeşitli senaryolar yazılmakta. (...) Ama hangi senaryo uygulanırsa uygulansın, Türkiye hep başrolü oynayacaktır«.

Antep’te patlayan bombanın arka planını anlamaya çalışmak için göz attığım notlarımda, o zamanlar hayli fantazili diye değerlendirdiğim bu alıntılar gözüme çarptı. Bu alıntıları ve onlarca siyaset belgesini, 1990lardan bu yana geliştirilen NATO stratejileri ile birlikte ele aldığımızda, Türkiye’nin 2012 dünyasında oynamak istediği rolün nasıl biçimlendiğini görmek olanaklı oluyor.

İlk bakışta bu yazdıklarımın, Antep’te sivillerin yaşamına mal olan terör saldırısı ile hiç bir bağlantısı yok gibi. Ancak Türkiye gibi bir ülkedeki olaylara salt Türkiye sınırları içerisinde vuku bulan gelişmeler olarak bakmak fazlasıyla aldatıcı olacaktır. Antep’i, Şam ve Tahran ile birlikte ele almak, Antep sonrasında start alan pogromları, Şemdilli Savaşı bağlantısında görmek ve günümüzü »büyük resim« çerçevesi içerisinde değerlendirmek, Türkiye’deki karar vericilerin »yanlış« veya »hatalı« politikalar yapmadıklarını, aksine hem NATO güçlerinin, hem de kendi siyasî-stratejik ajandaları çerçevesinde bilinçli siyasî tercihlerde bulunduklarını anlamamıza yardımcı olabilir.

Şüphesiz büyük acılar veren ölümler, dezenformasyon sisleri ve toplumsal ayrışmalar, soğukkanlı değerlendirme yapmayı elbette zorlaştırıyor. Ama özellikle böylesi gelişmelerin yaşandığı günlerde »neyin ne olduğunu« söylemeye ve egemenlerin çıkarlarından bağımsız değerlendirmelere her zamandan fazla ihtiyaç var.

Böylesi soğukkanlı bir değerlendirme yapmaya çalışırsak eğer, Türkiye’nin sadece kanlı bir iç savaşın eşiğine gelmekle kalmayıp, aynı zamanda şiddetlenen bölgesel savaşların girdabına düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylememiz gerekiyor. Görüldüğü kadarıyla Türkiye karar vericileri uzun vadeli stratejik planlarını gerçekleştirmek için, içte ve dışta bir nevî »Balkanlaştırma« politikası izlemekteler. Ankara’nın içe ve dışa yönelik siyasî söylemlerine, alınan kararlara, örneğin Suriye’ye yönelik hayata geçirilen uygulamalara baktığımızda da, bu »Balkanlaştırma« politikasının yaratacağı krizleri yönetebileceklerine ikna olmuşlar.

AKP hükümetinin aldığı toplumsal destek, müttefiklerin kendilerini cesaretlendirmesi, yani ABD, AB, Suudî Arabistan ve Körfez İşbirliği ülkelerinin hükümete sunduğu olanaklar ve Türkiye sermayesinin verdiği güvence, bu iknanın temelini oluşturmaktadır.

Ancak ABD ve diğer merkezî NATO güçlerinin Suriye’ye müdahaleden çekiniyor olması, despot Esad Rejiminin Libya gibi kendini savunmaktan aciz olmadığını göstermesi, hâlen güç kaybetmemiş olan Şiî Yayı’nın varlığı ve en önemlisi Türkiye sınırları içerisinde askerî olarak yenilemeyeceği kanıtlanmış bir silahlı hareketin dayandığı sınırlar ötesi toplumsal güç, krizlerin düşünüldüğü kadar kolay yönetilemeyeceğine işaret etmektedir; ki Rusya ve Çin faktörlerini saymaya gerek duymuyorum.

»Kibir, düşüşten önce gelir« der bir Alman deyişi. Türkiye karar vericilerinin kibri, ateşle oynadıklarını görmelerini engelliyor. Halbuki Suriye, Türkiye’nin geleceği için bir örnek: Körüklenen mezhep savaşı, ihtilaftan kim galip çıkarsa çıksın, sonuçta herkesin yenilen olmasıyla sonuçlanacaktır. Türkiye’nin alevlenmesine katkıda bulunduğu Suriye ateşi, hiç beklemedik bir anda Türkiye’yi yangına çevirebilir. Eğer Fırat’ın Batısında yaşayanlar bu gerçeği görmez ve savaşa karşı ayağa kalkmazlarsa, komşu evde çıkan yangına yardım etmeyen, ama yangın kendi evine sıçradığında çaresiz kalan ev sahibinin durumuna düşeceklerdir. Bugün savaşa hayır demeyenler, yarın kurbanı olacakları terörü yaratanlar olacaktır.

Antep, tüm çıplaklığı ile bu gerçeğin altını çizmiştir.

25 Ağustos 2012