Sol Parti milletvekili Sevim Dağdelen'in Junge Welt'teki röportajını   aşağıda yayınlıyoruz.
( Röportajı yapan: Rüdiger Göbel )

Sevim Dagdelen ist Abgeordnete des Bundestages und Sprecherin für internationale Beziehungen der Linksfraktion

Zusammen mit über 1500 Unterzeichnern unterstützen Sie den Friedensappell »Solidarität mit den Völkern Irans und Syriens« und fordern: Kriegsvorbeitungen stoppen, Embargos beenden. Sie haben damit in dieser Woche Spiegel online, Springer und SPD, ja selbst den Menschenrechtsbeauftragten der Bundesregierung und CDU-Generalsekretär Gröhe auf den Plan gerufen. »Die Linke solidarisiert sich mit dem Schlächter Assad«, so deren Tenor. Können die alle nicht lesen oder haben Sie die falschen Freunde?

Die Denunziationen, es handle sich bei diesem Aufruf um eine Parteinahme für den Diktator Assad oder das Mullah-Regime, sind schlicht Lügen und Teil der Kriegspropaganda. Wer gegen Kriege ist, wird als Unterstützer von autoritären Regimen verleumdet.

Die Vorwürfe sind auch absurd, weil es in Wahrheit die Politiker der Koalitionsfraktionen und der ehemaligen rot-grünen Bundesregierung waren, die eine verstärkte Zusammenarbeit mit dem syrischen Regime bei der Bekämpfung des internationalen Terrorismus und der »illegalen Migration« vorangetrieben und jahrelang Oppositionelle an das syrische Regime ausgeliefert haben. Der Bundestagsuntersuchungsausschuß »zu Vorgängen im Zusammenhang mit dem Irak-Krieg und der Bekämpfung des internationalen Terrorismus« brachte ans Licht, daß es die damalige SPD-Grünen-Bundesregierung war, die eine vertiefte Geheimdienstkooperation mit Damaskus in Gang brachte, obwohl damals schon die Einschätzung bestand, daß es sich in Syrien um »eine ganz schlimme Diktatur« handelt. Der heutige Verteidigungsminister und damalige Kanzleramtschef Thomas de Maizière wird im Bericht des Ausschusses mit den Worten zitiert: »Manchmal muß man mit dem Teufel vielleicht Kirschen essen«, denn Syrien sollte »zu einer umfassenden weiteren Sicherheitszusammenarbeit bei der Aufklärung des Internationalen Terrorismus und der Bekämpfung der illegalen Migration bewegt werden.« Eine Kleine Anfrage der Linksfraktion im Bundestag ergab, daß 2011 noch 166 Menschen nach Syrien abgeschoben werden sollten.

Ausgerechnet eine Untergliederung Ihrer Partei, der Bundesarbeitskreis (BAK) Shalom der Linksjugend, hat die Lüge von der »linken Solidarität mit den Schlächtern von Syrien und Iran« in die Welt gesetzt. Ihr Fraktionsvize Dietmar Bartsch hat bekundet, Sie sprächen nicht in seinem Namen. Gab es auch andere Reaktionen in Ihrer Partei?

Die übergroße Mehrheit der Partei Die Linke steht ohne wenn und aber gegen Krieg und Kriegstreiberei. Das wurde auch in Erfurt mit rund 97 Prozent so beschlossen. Ich habe aus der Partei, aber auch darüber hinaus, auch von eher konservativ orientierten Menschen sehr viel Unterstützung für meine Position erfahren.

Sie drängen auf die Aufhebung des Embargos. Kritiker werfen Ihnen vor, das würde nur den Regimen nutzen.

Wirtschaftliche Sanktionen sind ein anti­humanitäres Mittel der Außenpolitik der NATO-Staaten. Sie treffen immer die Bevölkerung und sollen Kriege mit vorbereiten helfen. Der Irak war das beste Beispiel dafür. Dort führte die Sanktionspolitik zu einer humanitären Katastrophe: chronische Unterernährung, Verschlechterung des allgemeinen Gesundheitszustandes und starke Zunahme der Todesfälle, insbesondere bei Kindern unter fünf Jahren. Das Embargo war nur eine Vorstufe für die Entfesselung eines blutigen Krieges gegen die Zivilbevölkerung.

Aber auch aus den Reihen der Linken gibt es Befürworter von Sanktionen gegen den Iran oder Syrien unter Berufung auf die Menschenrechte in den jeweiligen Ländern, die man damit schützen wolle.

Sanktionsverhängende Staaten berufen sich regelmäßig auf hehre Ziele wie Menschenrechte, doch die bisherige Praxis belegt, daß mit ihnen die Reihen der herrschenden Klasse autoritärer Regime noch mehr zusammenrücken. Die neuen Sanktionen gegen Syrien und den Iran stärken die Funktionseliten, die sonst um ihre Legitimität fürchten müßten. Die beständige Drohung mit militärischen Maßnahmen dient auch dazu, ein weiteres Aufrüsten der NATO-Staaten zu rechtfertigen sowie ihre Mitverantwortung an der langjährigen Stabilisierung dieser Regime zu vernebeln.

Es war ja bislang die Politik aller deutschen Regierungen, diejenigen autoritären Regime zu unterstützen, die ihr nützlich sind, und es wird zunehmend zu ihrer Politik, sich am militärischen Sturz derer zu beteiligen, die ihr im Wege stehen, weil die deutsche Außenpolitik immer stärker imperial auf die Durchsetzung deutscher Kapitalinteressen orientiert ist. So wird die Außenpolitik regelrecht zu einer perfiden Kriegs- und Kriegsvorbereitungspolitik zugerichtet. Notwendig sind dagegen neben einer Stärkung des Völkerrechts und dem Gewaltverbot in den internationalen Beziehungen friedliche und kooperative Konfliktlösungen, Abrüstung und globale Solidarität.JW
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Suriye ve İran’a karşı ekonomik ambargo yönetici sınıfın elini güçlendiriyor ve bununla yeni bir savaşın hazırlanması amaçlanıyor. Sevim Dağdelen ile röportaj.


Sevim Dağdelen, Almanya Federal Meclisi Milletvekili ve Sol Parti fraksiyonunun uluslararası ilişkiler sözcüsüdür



1500 imza ile “İran ve Suriye Halklarıyla Dayanışma” başlıklı barış çağrısını destekliyor ve “Savaş hazırlıkları durdurulsun, ambargolar kaldırılsın” talebini ileri sürüyorsunuz. Bu çıkışınızla bu hafta Spiegel-Online ve Springer gibi basın kuruluşlarının, SPD’nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) ve federal hükümetin insan haklarından sorumlu milletvekili ve Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDU) genel sekreteri Gröhe’nin tepkisini çektiniz. “Sol Parti Esad gibi kasaplarla dayanışma içinde” tarzı açıklamalarda bulundular. Okumayı mı bilmiyorlar, yoksa sorun sizin yanlış arkadaşlara sahip olmanızda mı?
Bu çağrımızın diktatör Esad ve Molla-rejiminden yana tavır almak anlamına geldiği yönündeki jurnaller, yalan ve savaş propagandasının parçasıdır. Savaşa karşı olan herkes otoriter rejimlerin destekleyicisi olarak karalanıyor. Eleştiriler anlamsız, çünkü gerçekte şu anki koalisyon hükümeti ve önceki SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti üyesi politikacılar Suriye rejimi ile yıllarca uluslararası teröre ve “illegal” göçe karşı etkin işbirliği içinde bulundular ve bu bağlamda sayısız muhalifi Suriye rejimine iade ettiler. “Irak Savaşı ve uluslararası terörle mücadele ile bağlantılı gelişmeler” konusunu araştıran Federal Meclis Araştırma Komisyonu SPD-Yeşiller hükümeti döneminde, Suriye’deki rejimin bir diktatörlük olduğu bilinmesine rağmen, gizli istihbarat alanında derinleştirilmiş bir işbirliğinin gerçekleştirildiğini ortaya çıkarmıştır. Komisyon raporunda ayrıca bugünkü savunma bakanı ve başbakanlık yetkilisi Thomas de Maizière’in şu sözleri alıntılanıyor: “Bazen şeytanla birlikte kiraz yemek gerekebilir”, çünkü Suriye’nin “uluslararası teröre karşı güvenlik ve istihbarat işbirliğine ikna edilmesi gerekiyor”. Sol Parti fraksiyonunun yapmış olduğu bir soru önergesine verilen cevap 2011 yılında 166 kişinin Suriye’ye sınır dışı edildiğini ortaya çıkmıştır.
Aksilik bu ya partinizin bir alt organı, Federal Çalışma Masası Sol Parti gençlik örgütü Shalom “Suriye ve İran daki kasaplarla sol dayanışma” yalanını ortaya çıkardı. Fraksiyonunuzun başkanvekili Dietmar Bartsch, sizin onun adına konuşmadığınızı açıkladı. Başka tepkiler de oldu mu partinizde?
Sol Parti’deki büyük çoğunluk tereddütsüz bir biçimde savaşa karşı. Erfurt kentinde gerçekleştirilen kongrede yüzde 97’lik bir oranla kararlaştırıldı bu savaş karşıtı pozisyon. Hem partiden hem de muhafazakâr eğilimli insanlardan yoğun destek aldım savunduğum pozisyon için.
Ambargonun kaldırılmasında ısrar ediyorsunuz. Eleştirmenleriniz ise bu ısrarın Suriye ve İran daki rejimlerin işine yaradığını ileri sürüyorlar.
Ülkelere karşı ekonomik yaptırımlar NATO üyesi devletlerin başvurdukları gayrı insani bir dış politika aracıdır. Ceremesini hep halk çekiyor ve savaş hazırlığı amacını taşıyor. Irak bu konuda çok iyi bir örnektir. Irak’ta ekonomik yaptırım politikası insani bir felakete yol açtı: Kronik beslenme bozukluğu, halk sağlığının kötüleşmesi, ölümlerin – özellikle beş yaş altı çocuklarda – artması gibi sorunlar. Ambargo sivil halka karşı kanlı bir savaşın ilk aşamasıdır.
Ama Sol Parti sıralarında da İran ve Suriye’ye karşı yaptırımları insan haklarına atıfta bulunarak savunanlar ve bu şekilde insan haklarının korunacağına inananlar var.
Yaptırımları gündeme getiren ve uygulayan ülkeler daima insan hakları gibi yüce amaçlara atıfta bulunmuşlardır. Ancak pratik göstermiştir ki bu tür yaptırımlar otoriter rejimlerde yönetici sınıfın saflarını daha da sıklaştırmasına yaramıştır. Suriye ve İran’a karşı olası yeni yaptırımlar meşruiyet kaybı kaygısı güden yönetici seçkinlerin elini güçlendiriyor. Askeri yaptırım tehdidi ayrıca NATO üyesi devletlerin silahlanmasını da “haklı” göstermekte ve onların bu rejimlerin sağlamlaşmasına sundukları katkıları da bulanıklaştırmaktadır.
Şu ana kadarki hükümetlerin takip ettiği dış politika Almanya’nın çıkarlarına uygun düşen otoriter rejimlerin desteklenmesini, tersine Alman çıkarlarının önünde engel teşkil eden otoriter rejimlerin ise askeri araçlarla düşürülmesine katkı sunmayı içeriyordu. Alman dış politikası her zaman Alman sermayesinin çıkarlarının emperyalist bir tarzda korunmasını temel almıştır. Böylece dış politika vefasız bir savaş hazırlığı ve savaş politikası aracı haline gelmektedir. Zorunlu olan devletlerarası hukukun güçlendirilmesi, uluslararası ilişkilerde şiddete başvurmanın yasaklanması, sorunların barışçıl ve işbirliği temelinde çözülmesi ve silahsızlanmadır.
Junge Welt gazetesinden.
(Çeviren: Yaşar Aydın)