Frankfurter Allgemeine Zeitung, Almanya'nın Ellwangen kentindeki mülteci yurdunda çıkan olayla ile ilgili bir yoruma yer veriyor.

Togolu bir mültecinin İtalya'ya geri gönderilmesine diğer mültecilerin şiddete başvurarak karşı çıkması ve ardından mülteci yurduna polisin müdahalesini şöyle değerlendiriyor: 

"Ellwangen'deki Afrikalı göçmenlerin ayaklanmasının nedenini biraz da ‘iltica' parolasıyla, gerekirse Almanya'ya zorla göç etme hayalinde aranmaması üzüntü verici. Aksine suçun ‘kampta' kalma mecburiyetinde aranması gerektiği ve (Almanya) İçişleri Bakanı Horst Seehofer'in mültecileri geri gönderme merkezlerinde toplama planının yanlış olduğu savunuluyor. Oysa bu kamplar iltica işlemlerinin hızlı ve tek bir merkezden yürütülmesi, mülteci adaylarının bir an önce haklarındaki kararı öğrenmeleri ve başvuruları reddedildiği takdirde de izlerini kaybettirmemeleri için düşünülüyor. Bu uygulamaya geçilmesini belediyeler de ısrarla talep ediyor. Tabii bunun kamplara karşı olanlar açısından küçük bir kusuru da var. O da iltica hukukunun şartlarını ‘hoş geldin kültürü' değil, polisin yerine getirecek olmasıdır.”

Frankfurter Rundschau gazetesinin yorumunda ise karşıt görüşlere yer veriliyor:

"Polisin bir Togolu'yu sınır dışı etmek üzere gözaltına alma denemesi önce kamp sakinlerinin yoğun tepki göstermesi üzerine başarısızlığa uğradı. Mültecilerin haklarını kötüye kullanıp yasalara karşı çıkmaları kabul edilemez. Bu davranış tansiyonun yükselmesine ve mülteci adaylarının sınır dışı edilmesinde daha kararlı olunmasını talep edenlerin eline koz geçmesine yarıyor. Polis haklı olarak gerginliği tırmandırmamaya karar verdi. Çünkü hayatını tehlikeye atarak kaçan insanların olumsuz kararlar karşısında nasıl çaresizliğe düşebileceklerini bu gibi operasyonlara katılan polis memurları da biliyor. Lakin bu bir mülteci adayının sınır dışı edilmemesini gerektirmez. Yine de hukuk devleti orantılı davranmalıdır. Ellwangen'deki olaya verilecek cevap, bin 500 kadar mülteci adayını varışlarından muhtemelen sınır dışı edilmelerine kadar İçişleri Bakanı'nın istediği gibi kışla benzeri kamplara kapatmak olmamalıdır.”

Stuttgarter Zeitung gazetesi Almanya'nın sunduğu şartların mültecilere cazip geldiğini hatırlatıyor:

"Sınır dışı etmek acımasız bir uygulamadır. Kimse ülkeyi terk etme zorunluluğuna kendiliğinden uymak istemez. Almanya'da kalmak istemeleri, burada aldıkları sosyal yardımların ülkelerindeki kazançlarından fazla olması nedeniyle anlaşılabilir bir davranış. Ama bu sınır dışı etme işlemini yerine getirmekle yükümlü olan polis için ölçü olamaz. Söz konusu olan, gerektiğinde enerjik biçimde yasalara geçerlik kazandırmaktır. Bunun dışında gösterilecek her türlü tepki keyfi davranışlara teslim olmak anlamına gelir.”

Frankfurter Allgemeine Zeitung'un İran ile altı ülke arasındaki nükleer anlaşmayı savunan Avrupa ülkelerinin mutabakatın dört dörtlük olmadığını düşünmeye başladığı görüşüne yer verdiği yorumu şöyle devam ediyor:

"Anlaşma gerçekten mükemmel sayılamaz. İran'ın füze silahlanması ve bölgesindeki askeri maceraları güvensizlik yaratıyor. İran'ın girişimleri sadece İsrail'i tehdit etmiyor. Ancak, Başkan Trump'ın anlaşmadan çekilmesi durumunda İran'ın daha ağır şartları kabul etmeye nasıl zorlanabileceğini kimse bilmiyor. İran eski statükoya dönüp nükleer silahlanma programını yeniden başlatabilir. Batı'nın İran'a dayatacağı sert yaptırımlara Rusya ve Çin uymayacağından Tahran yönetimi boyun eğmek yerine çatışmayı göze alabilir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, İran'ı nükleer silah geliştirmekten alıkoymak için ‘daha uygun' bir alternatif bulunamadığı müddetçe mevcut anlaşmaya bağlı kalınması gerektiğini söylemekte haklı. Başkan Trump İran'ın da Kuzey Kore gibi tehdit ve baskılara boyun eğeceğini düşünüyor olabilir. Peki ya İran boyun eğmezse?”(Deutsche Welle)