Şu yazacağım satırlar - başta kadın mücadelesini hayat merkezlerine koymuş arkadaşlarım olmak üzere, bazı çevrelerin olumsuz tepkisine yol açabilir. Ancak durduğum noktada gördüğüm gerçeği ifade etmek zorunda hissediyorum.

Aile içi cinayetler kadına yönelik şiddeti aşmış durumda. Yaşanan toplumsal cinnetin kadının "eşit haklar talebi" ile açıklanması da mümkün değil. Nitekim sözkonusu olaylara yakından bakıldığında bunun Avrupa´daki feminst hareket gibi bir hak arama-kendini geliştirme-söz ve erk sahibi olma hareketi değil, kadının hayatta kalabilme mücadelesi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla meselenin bugüne kadar bilinen // denenen yöntemlerle çözümlenebileceğini sanmıyorum. Zaten hazırdaki kuramsal-tarihsel bilgiler de aile içi şiddetten kaynaklı cinayetleri açıklamaya ve yol göstermeye yetmiyor. Bu yanıyla meselenin ancak disiplinler arası bir perspektifle çok yönlü ve bütünlüklü değerlendirilmesinin çözüme yaklaştıracağını düşünüyorum.

Şiddete karşı reaksiyonlar

Cinayetlerin her türlü medya organında ısrarla en ince ayrıntısına kadar anlatılması, kadın kuruluşlarının bu konuda yaptıkları sayısal araştırmalar // kurultaylar // çalıştaylar, can güvenliğinin sağlanabilmesi için alınan geçici önlemler - mesela sığınma evleri, devlet kurumlarının - yaptırımı olmayan - yüzeysel girişimleri, malesef sorunu engelleyebilecek nitelikte değil. Aksine şiddetin gittikçe daha çok büyüdüğüne tanık oluyoruz.

Doğru çözümler üretebilmek açısından herşeyden önce sorunun doğru kavranması gerek.

Cinayetlerin ortak yanına baktığımızda, daha çok ekonomik anlamda dez avantajlı durumda olan genç ailelerde, fiziksel şiddetin diğer şiddet formlarıyla birlikte(sözlü, psikolojik, ekonomik, soysyal ve cinsel) sürekliliğine rastlıyoruz. Yani anlık bir tepki olarak değil, yıllara yayılan gel-gitler içerisindeki bir anlaşmazlık süreci sonunda cinayetler işleniyor. Başka bir deyişle; aslında işin bu noktaya geleceği önceden biliniyor. Nitekim erkek kadını "öldürmekle" tehdit ederken, kadın da - yardım alabileceği yerlere gidip - "öldürülmekten korktuğunu" haber veriyor. Nitekim son yaşanan olaylarda artık erkeğin sadece kadına değil, kendi öz çocuklarına da zarar verdiğine, hatta cinayeti işledikten sonra intihar ettiğine de tanık olduk.

Alarm sinyali olarak değerlendirebileceğim bu olaylar, erkeğin aslında güçlü olduğundan değil, "güçsüz hissettiği" için şiddete başvurduğunu gösteriyor. Dolayısıyla meseleyi kadın sorunu olarak düşünmek yerine, toplum ve aile sorunu olarak ele alıp, toplum ve ailenin gerçekçi ve nesnel bir şekilde incelenmesi gerektiği fikrindeyim.

Soné Gülyan

Köln, 15.01.201