Yeni başlayanlar için kısa bir hatırlatma: Rahmetle andığımız büyük devlet adamlarından İsmet İnönü´nün Başbakanlığı döneminde, o zamanki adı ile "Avrupa Ekonomik Topluluğu“ (AET) olarak bilinen bugünkü Avrupa Bırliği (AB) ile Türkiye, 12 Eylül 1963 tarihinde, nihai olarak tam üyeliği hedefleyen 'Ankara Anlaşması' (AA) olarak bilinen bir 'Ortaklık Anlaşması' imzaladı. Üç aşamadan oluşan AA‘nın içerdiği ağır yükümlülüklerden dolayı, 'AET ortak, Türkiye pazar‘ şeklinde özetlenebilecek eleştirisel bir yaklaşım özellikle‘de Türk sol çevrelerinde revaçta olan çok yaygın bir duruş şekliydi.


AKP’nin 2002 kasım ayında tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde etmesinden üç yıl evvel, AB’nin 1999 aralık ayında gerçekleştirdiği 'Helsinki Zirvesi‘ ile Türkiye‘ye resmen 'AB‘ ne aday ülke statüsü‘ tanındı. AA’nın son dönemi de zaten elde edilmesi gereken bir statü, sanki yeni ve olumlu bir gelişme gibi sunularak Türkiye kamuoyuna bilerek yalan söylendi.


'Dinci faşizm' kurumsallaştı


AB-Türkiye ilişkilerinde söylenen yalanlar, AKP iktidarları döneminde tavan yaptı. Türk Parlamenter sisteme indirilen her darbe, tutuklanan her bilim adamı, hayatı karartılan her gazeteci, subay ve muhalif ses AKP ve RTE tarafından 'AB’ne uyum‘ adı altında sunuldu. AKP’nin kurumsallaştırmak istediği 'dinci faşizm‘, gıdasını hep 'AB’ne uyum süreci‘ adı altında parça parça hayata geçirilen anti-demokratik uygulamalardan aldı. Ve gün geldi, AKP’nin (AB‘nin de göz yummasıyla) kurumsallaştırmak istediği 'dinci faşizm‘, büyüyüp beslediği kendi evlatlarından olan Fethullah Gülen Cemaati’nin müridlerini ve yandaşlarını boğazlamaya başladı.

RTE liderliğindeki AKP, inşaa etmede epeyce yol aldığı‚ dinci faişizimin iktidar olmanın nimetlerini çeşitli çevrelerce CIA ajanı olduğu sık sık vurgulanan Fethullah Gülen ile paylaşmaya yanaşmadığı için, bir 'Fethullah Gülen Terör Örgütü‘ icat etti, ve RTE bu 'terör örgütüne‘ karşı estirdiği terörü şimdilerde Alman basın- yayın organlarının manşetlerinden verilen ilk haberler arasında yer alıyor. Çok cılız bir iki muhalif sesin dışında AB ve AB’nin en büyük abisi Federal Almanya Cumhuriyeti yetkilileri tarafından RTE tarafından parça parça kurumsalaştırmak istediği 'dinci faşizm‘ uygulamalarına karşı tepki yok denecek kadar azdır. Peki neden?


Kısaca özetleyeyim:


Başını ABD’nin çektiği uluslararası emperyalist sistemin neden olduğu iç savaşlardan ve rejim değişikliklerinden kaynaklanan mültecilik akınına kalkan olarak aranan bir bekçi var. İşte AB’nin bu 'sınır bekçisi‘, AKP ve RTE sayesinde Türkiye oldu. Kendi sınırlarını, neden oldukları iç savaşlardan kaçarak canını kurtarmaya çalışan mülteci akınına karşı koruma adına tel örgüleri, polis ve ordusu ile koruyan AB ülkeleri, bu utanç verici insanlık dışı uygalamasına ek olarak RTE’dan Türkiye’nin AB’nin 'sınır bekçisi‘ olmasını büyük bir pişkinlik içinde talep edebiliyor. Bu talepe Türkiye adına RTE ve güdümündeki AKP hemen olumlu yanıt veriyor.


Ne karşılığında?
Onu da kısaca yazayım:


AB’nin Türkiye’den istediği 'sınır bekçiliği‘ görevi karşılığında RTE ne istiyor? RTE, özellikle de başını Federal Almanya Cumhuriyeti’nin çektiği AB’nin güçlü ortaklarıdan, kafasındaki ve gönlündeki‚ 'dinci faşizmi‘ kurumsallaştırmak için gerek gördüğü her türlü kirli uygulamalarına göz yummalarını beklemektedir. Bu utanca, yani Türkiye’nin AB’nin 'sınır bekçisi‘ olmasını istemiyorsak, 1 Kasım 2015 tarihli milletvekilliği genel seçiminde oyumuzu ona göre kullanmalıyız!


Münih, 30 Ekim 2015


Not: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını candan kutlarım.

'Dinci faşizme' karşı kardeşlik, birlik, irilik ve dirilik içinde nice Cumhuriyet Bayramı kutlamaları diliyorum!