Cindi Evinde Kedisiyle

Bir kedi, bir adam, bir bakıcı…
Kedi; “Ameli”, adam; Cindi, bakıcı; gelen giden belli değil. Gelen gitti, giden yeniden geldi, yine gitti, insanların bir çoğu unuttular onu ama kedi “Ameli” Cindi’yi hiç yalnız bırakmadı.

Bir türkü vardı, çokça söylenilen bir türkü:
“Hani benim ile lokma yiyenler
Canı başı dost yoluna koyanlar
Sen ölmeden ben ölürüm diyenler
Dostlar da kayboldu, bulunmaz gayri!”
Kedi Ameli Cindi’nin yanında Kürtçe, Türkçe, Almanca bile öğrendi.

“Adam Gibi” Cindi Onur’un yazdığı romanın adı. Babasını anlattı o romanda, biraz da kendisini elbette.
Dişlerinin arasına sıkıştırdığı bir çubuğu klavyede harflerin üzerine vura vura, hıncını çıkara çıkara yazdı bu kitabı. Kitabı nasıl yazdığını kitabının girişinde kısaca şöyle anlatıyor Cindi:
“Düşünün; boynumdan aşağı felçliyim. Ağzıma sokuşturduğum bir çubukla üç seneye yakın bir zamanımı ‘Adam olma’ iddiasını güden bir deliye ve onunla ilgili bazı konulara ayırdım. Vücudumda sürekli ağrılar olmasına aldırmadan, sandalyede oturdum, yazdım. Her oturuşumda ancak üç saat yazma zamanım vardı. Bu süre bittiğinde uzanmak zorundaydım… Bu şekilde üç yıl geçti…Remo ‘Adam mıydı’, yoksa ömrü boyunca adam olmak istemesine rağmen sıradan biri olarak mı kaldı? Adam olmaktan kastı neydi? Adam olsa ne olurdu ki? Sahi ne demekti adam olmak?”

Cindi Dişlerinin Arasındaki Çubukla Yazı Yazıyor 

Bedeninde kafasının dışında hiçbir yerini oynatamıyor Cindi, 28 yıldır tekerlekli sandalyede oturuyor.
“Birileri ona acır” diyerek bu durumu anlatmak pek hoşuna gitmiyor. Oysa biliyor, o birileri
birkaç saat aynı yerde otursalar “Offf, kıçım uyuştu” diyerek yakınırlar.
Cindi’nin yakınma şansı yok. Oturacak!
Ama boş oturmayacak!

“Adam Gibi” yazılar yazacak, mücadelesini yazılarıyla sürdürecek.
Yaşamak böyle bir şey işte.
“Adam gibi!”

Yıllar önce, yol kenarında otlayan dört attan en serseri olanı Cindi’nin içinde bulunduğu üstü açık otomobilin üstüne atlayıp, Cindi’nin kafasını tekmeleyince yepyeni bir yaşama başladı Cindi.
“Beni neden yaşattılar diye doktorlara sövdüm” dedi.
“Ama yaşamak yine de güzel” dedi.

Yaşamanın bir anlamı olmalıydı elbette, o anlamı kendisi kattı yaşamına. “Sürgünde Kürdistan Parlamentosu”nun üyesi de oldu, yapayalnız da kaldı ama politik duruşundan taviz vermedi. Sosyalistliğini beyninden hiç çıkarmadığı “Allah”ı ile birlikte sürdürdü. Tuhaf bir birleşimdi bu ama o “Benim Allah’ım ötekilerin Allah’ı gibi değil, adaletli” dedi.

Bir gün kaşının üzerine bir sinek konunca gördü adaletini o Allah’ın elbette. Evde yalnızdı. Bakıcısı alışverişe çıkmıştı. Bir ufacık sinek geldi, kaşının üzerine kondu. Ellerini oynatamadığı için kovamadı sineği Cindi. Başını salladı, üfledi, gitmedi sinek, ofladı, gitmedi sinek, kılların arasına gizlendi iyice, Cindi’yi bir sinir, bir kaşıntı tuttu. Belki sinek değildi kaşındıran, “Ulan şuna bir tane çarpamıyorum” düşüncesinin yarattığı sinirdi. İki saat bağırdı Cindi, ama sinek gitmedi. Bakıcısı geldiğinde yeniden doğmuş gibi oldu Cindi.

Bazen yaşamda küçücük mutluluklar kocaman sevinç yaratırlar değil mi? Elleriyle sinek kovalayanlar elbette bilmezler bu küçücük mutlulukların tadını. Kazadan sonra hastanede yatıyordu, kızı daha birkaç aylık bebekti, eşi ziyaretine gelmişti kızlarıyla birlikte. Bir ara bebeği yandaki yatağın üzerine koydu eşi, odadan çıktı, bir korku sardı Cindi’yi. Bebek kıpırdandıkça “Aha yataktan düşecek” diye telaşlandı. Sesi yitip gitmişti, bağıramıyor, kimseyi çağıramıyordu, elleri hareket etmiyor, düğmeye basıp yardım isteyemiyordu, bebek yatağın kenarına iyice yaklaşmıştı.. delirmek üzereydi.. Eşi geldi!

Yaşadıklarını herkese anlatmayı sevmiyor Cindi. Bunları yıllar önce bana anlatırken “Ama bana acımasınlar” demeyi de unutmadı elbette. Ben de söz verdim ona “Acımayacağım, seninle gırgır geçeceğim” dedim. Bir tekerlekli sandalyenin üzerinde yıkılmadan, çıldırmadan, onurundan hiç bir şey yitirmeden dimdik 28 yılı geçirebilmek acınacak değil, övünülecek, kutlanılacak, örnek alınacak bir durum.

Cindi Yemek Yaparken 

Cindi ile çok uzak olmasa da ayrı kentlerde yaşıyoruz. İlkelerimden biri “Sağlığımda, hastalığımda ziyaretime gelmeyenler, öldüğümde gömmeye hiç gelmesinler” sözüydü. Bu söz uyarınca zamanım, olanağım oldukça gittim Cindi’yi ve başka hasta arkadaşlarımı ziyarete. Cindi ona acımadığımı kıyasıya yaptığımız tartışmalar-kavgalar sırasında öğrendi.

Bakıcılar yıkadılar onu, onlar temizlediler, öksüremediği için göbeğine kollarıyla basıp öksürüğü dışarıya fırlattılar, gelen her bakıcı kendi mutfağını taşıdı ona. Bir kere gittiğimde tencerenin içinde soğanları, patatesleri gördüm, kadın kendince çorba yapmıştı ama ne soğanları ne patatesleri parçalamıştı. Bakıcıları ne pişirdiyseler onları yedi Cindi. Memleket yemeklerine hasretti, her gittiğimde ülkenin tadını taşımaya çalıştım ona. İçli köfte de yaptık, çiğ köfte de, ille “Daha acı olsun” dedi, güldüm ben de, “Ben seni değil, o acıları çıkaracak kıçını düşünüyorum, onun için bu kadar acı yeterli” dedim.

Cindi, insanlara yıllarca sürekli “Gel, git, şunu yap, bunu getir” demek zorunda olduğu için kendiliğinden bir “Sultanlık” kurmuştu. Yapması gereken her şeyde başkalarına ihtiyacı vardı, bunları belirtmek zorundaydı elbette. Bir gün “Kötü kaynanalara benziyorsun” dedim ona, güldü, “Heee” dedi, “Burası benim sultanlığım! Sultan benim, Ameli de benim kraliçem!”
O kendisini yürekten seven asıl kraliçesini, yani eşini, ona en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda kendisinden uzaklaştırdı. Bunu anlattığım için bana kızmasın diye önce kendime ait bir anıyı anlatayım.

İdam mahkumuydum, cezam onaylanmıştı, asılmayı bekliyordum. Sevgili eşim o kentten başka kente, zindanların kapılarında geçirdi yıllarını. Tek bakıcım, tek desteğim oydu. Ne zaman asılacağım, zindanda ne kadar yaşayacağım belirsizdi. Bir gün ansızın; “O kadına bu acıyı çektirmeye hakkın yoktur” dedim kendime. O istese de beni boşayamazdı, “Bir idamlığı nasıl terk ettin” diyerek ona zindan ederlerdi dünyayı. Ben önünden çekilirsem belki kendine daha iyi bir yaşam kurabilirdi…

Düşüncemi uyguladım, boşandım eşimden. Elbette ağladı, elbette üzüldü. Ama iyi oldu iyi.. kendine yepyeni bir yaşam kurdu en azından. Cindi de öyle düşündü. Artık ayağa kalkamayacağını, artık eski günlere dönemeyeceğini bildiği için “Gitsin kendisine yeni bir yaşam kursun” diyerek kendisini gerçekten sevdiği ve kendisini gerçekten seven eşini boşadı. Ama o sevgili hala gelir gider onun evine, işine, ihtiyacına koşar, o başka hikaye.

Cindi’nin küçük meleği, kızı büyüdü. Üniversitede okuyor, okulu bitirmedi henüz ama başarılı bir tiyatro oyunu yazarı, ödül bile aldı yazdıklarıyla. Cindi Onur Münster’de, “Adam gibi bir adam” olarak bir apartmanın 14. katında yaşıyor. Yolu düşen olursa kapısı açık, böyle biline.