Türk devletinin çözüm sürecini terkederek savaş konseptine yönelmesi, çok konuşuldu, çok tartışıldı. Çoğu zaman samimi bir şaşkınlıkla konu değerlendirilerek, tekrar bir çözüm sürecinin başlayabileceği umutları beslendi. Aslında, bir çok insan, halen bu umudu ciddi ciddi taşımaktadırlar. Bu çevre ve bireyler,  Erdoğan’ın ve Türk devletinin çözüm masasını devirmiş olmasını o an’ın koşullarında ortaya çıkmış, dönemsel bir siyasal gelişme olarak değerlendirmektedirler.

Halbuki, Erdoğan’ın masayı devirerek savaş konseptine yönelmesi, taktik, dönemsel bir karar değil, stratejik bir politikanın sonucuydu. Bu değişiklikle Erdoğan ve Türk devleti,  Kürtlerin örgütlü siyasal iradesini kırmak istiyordu. Çünkü Türk devleti varlığını, Kürtlerin de içinde yer aldığı bir dizi halkı yok etmek üzerine  kurgulamış bir devlettir.  Türk devletinin varlığını dayandırdığı bu stratejik/temel politika, o günden bu güne, Türk devletinin bütün kliklerinin ittifakıyla, istikrarlı bir biçimde  sürdürülmektedir.

   O nedenle iki noktanın önemle altı çizilmelidir. Birincisi, Erdoğan’ın ve Türk devletinin çözüm sürecininden vazgeçerek savaşa yönelmesinden şaşılacak hiçbir nokta bulunmamaktadır. Çünkü Türk devleti ve bugün onun sorumluluğunu taşıyan Erdoğan, Kürtlerin inkarı üzerinde varlıklarını sürdürebilmektedirler. Kürtlerin özgürleşmesi durumunda ne Türk devleti mevcut haliyle varlığını sürdürebilir ve ne de Erdoğan, bu faşist, ırkçı ve gerici fantazilerini halkların kanı üzerinde gerçekleştirme imkanına sahip olabilir.  

   İkincisi, tam da bu nedenle Türk devleti ve Erdoğan, çözümden yana olamazlar, tekrar bir çözüm süreci başlatamazlar. Çünkü çözüm demek hangi biçim ve içerikte olursa olsun, sonuçta Türt devletinin işgalci pozisyonunun değişmesi ve Kürtlerin siyasal hak sahibi olması demektir. Böyle bir durumda Erdoğan’ın ve Türk devletinin mevcut durumu sarsılacak, hatta  bir Türk devleti var olacak mı o bile tartışmalı hale gelecektir.  Kısacası Türk devletinin varlığını borçlu olduğu inkar politikasından vazgeçerek, Kürtlerin özgürleşeceği bir çözüme yönelmesi, yukarıdan belirtilen stratejik politikadan dolayı, mümkün görünmemektedir.

 Tam da bu temel/stratejik poliitkadan dolayı  bu gün Türk devleti, Kobani’ye saldırmaya, Kobani’de yaratılmış olan Kürt özgürleşmesini boğmaya çalışmaktadır. Türk devletinin Kobaniye yapmaya çalıştığı bu saldırının nedeni, herkesin bildiği ama ne hikmetse analiz yaparken bilmezlikten geldiği, Kürtlerin örgütlü gücünün ve mücadele düzeyinin kazanabilecek bir noktaya gelmiş olması gerçeğidir. Bu gerçeği gölgede bırakarak, güncel gelişmeleri değerlendirmek, yanıltıcı ve zararlı sonuçların doğmasına yol açacaktır.

Türk devletinin Kobaniye saldırmasının güçlü bir ihtimal olarak belirdiği bugünlerde,  demokratik kamuoyunda, Kürt özgürlük mücadelesinin gerçekliğine  uygun olmayan ve Türk devletinin soykırımcı politiklarını gözardı eden, bu türden  bir dizi değerlendirme yapılmaya başlandı. Söylenenler, başta ABD  olmak üzere çeşitli dünya devletleri, Türk devletinin bu saldırılarına karşı Kürtleri koruyacaklar mı?  Sanki Kürtler, kendi güçleri, örgütleri, ittifakları ve politika belirleme yetenekleri olmayan ve korunmaya muhtaç bir toplulukmuş gibi. Özü özeti bu varsayıma dayanan  yorumların değişik versiyonları, bıktırırcasına sık tekrarlandı. 

Böyle düşünülmesinin tarihsel bir dayanağının olduğunu kabul etmek gerekir. Kürtlerin, uzun süren özgürlük mücadelesinde, bir çok defa yenilmiş olmasının, kurduğu güvenilmez ittifaklardan  karşılaştığı ihanetlerin bu analizlerin yapılmasına yol açtığı açıktır.  Böyle bir gerçekliğin olduğu doğru, ama zaten yanlışlıkta bu gerçekliği ele alışta kaynaklanıyor. Çünkü dün böyleydi ama  bugün Kürt Özgürlük Hareketinin konumu ve elde ettiği kazanımlar, tarihte yaşanmış olan bu eksiklik ve yanlışlıklardan çıkartılan derslerin sonucu mümkün olabilmiştir.

Bu anlamda öncelikle belirtmek gerekir ki, Kürtlerin özgürlük talebi ve bu talep uğruna sürdürülen mücadelesi ve bu mücadeleye karşı, yukarıdan da belirtildiği gibi Türk devletinin uyguladığı katliamcı/soykırımcı ve savaşçı politikalar, ABD’nin varlığı veya yokluğuyla ilgili politikalar değildirler. İkincisi, Kürtler ne özgürlük mücadelelerini başlatırken ve nede Kobani devrimini yaparken, ABD’ye dayanıp güvenerek, ABD koruyup/kollasın diye hareket etmediler.  Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi, “modern dünya”nın zalimlerinin ve kan emicilerinin güvencesiyle değil, kendi özgücüyle bu mücadeleyi sürdürmüştür, sürdürmektedirler.   

O nedenle ABD’nin gitmesi veya kalması üzerinde  Kürtlerin özgürlük sorununu tartışmak, başlı başına sorunlu olduğu gibi, ayrıca, hem farkında olmadan bir manipülasyona kurban gitmektir, hem de Kürtlerin varlığından kaynaklanan hakları için mücadeleyi anlamamak  ve Kürtlerin gücünün, imkan ve fırsatlarının  farkında olmamaktır.   

  ABD’nin çekilmesi tartışmasıyla birlikte, Kürtlerin durumuna dair yorum yapanlar bilsinler ki, “ABD’nin gitmesinden” dolayı, hayal kırıklığına uğrayan ve endişe eden hiçbir Kürt yok. Hele hele“ABD’nin Kürtleri yüzüstü bıraktığı” tanımlaması, en hafifinde, basit bir yüzeyselliğin ifadesidir. Kürtleri, iradesiz, başkalarının kontrolünde gören bu yaklaşım, herşeyden önce Kürtlerin mevcut  örgütlülüğüne ve mücadele gücüne ters düşmektedir. 

  “ABD’nin çekilmesinin” Kürtlerde bir panik yaratacağını sanan ve bekleyenler de avuçlarını yalayacaklardır.  Çünkü Kürtler, özellikle Kürt Ögürlük Hareketi, bu güne kadar ne elde ettiyse kendi özgücüne dayanarak elde etmiştir.  Bu nedenle Kürtler, kendi özgüçleriyle, kitle destekleriyle, uzun mücadele yıllarının tecrübesine, uzmanlığına ve devrimciliğin yaratıcılığına sahip olmanın avantajlarıyla neleri yarattıklarının bilincededirler.  Bu durumun verdiği  özgüveniyle, Kürtler, yaşanan her yeni gelişme karşısında değişik bir yol açabilmektedirler.   

  Son olarak, ABD, Kürtleri çok sevdiği için değil, Kürtlerin örgütlü gücünün, izlediği doğru politikanın bir sonucu olarak Kürtlerle işbirliği yapmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla ABD’nin desteğine muhtaç olan Kürtler yok artık, Kürtlere muhtaç olanlar var.

ABD gider mi, Rusya ne yapar, İran ne diyecek, sorularıyla meşgul olmak faydalıdır, gereklidir. Ama daha çok ve en önce, Kürt siyasal önderlerinin ne dediği ve ne yaptığı daha çok öncelikli ve önemlidir. Çünkü süreci belirleyecek olan yegane güç Kürtlerdir.  Bölgenin sorunlariyla ilgili olanlar, durum tahlili yapanlar, ABD, Rusya ve diğerlerinin ne yaptığıyla ilgilinirlerken, ABD, Rusya ve bölgeyle ilgili diğer bütün güçler, Kürtlerin ne dediğine ve ne yaptığına bakmaktadırlar.

Çünkü yüz yıl önce, Kürdistan’ı dört parçaya bölerek  oluşturulan  Ortadoğu sistemi, bugün mazlum Kürt halkının ve Kürdistanın özgürlüğünü kazanmaya başlamasıyla değişmektedir. Kobanin özgürleşmiş olması bu anlamda önemli bir gelişmedir. Kobani, bu nedenle Türk devletinin  ve Erdoğan’ın kimyasını bozmaktadır ve Erdoğan ve Türk devleti, yapabileceği her şeyi yaparak Kobani’yi yok etmek istemektedir.

 Ortadoğu'nun yüz yıllık sistemini bozan ve Kobani’yi yaratan Kürt halkıdır ve kimin gelip kimin gideceği bu gerçeği belki etkileyecek, ama değiştiremeyecektir. ABD gitsede kalsada, Türk devleti de yapabilecekleriinin tamamını yapsa da Kürtler bugün elde ettikleri kazanımlarını gözbebekleri gibi koruyacak irade, kararlılık, kitle desteği ve örgütlüğe sahiptirler.