SELİM ÇÜRÜKKAYA İLE RÖPORTAJ

Türkiye'nin verdiği gerçek dışı bilgiler sonrası Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı Interpol tarafından "50 kişiyi öldürdü" suçlaması sonucu, Almanya dışında bir süre aranır duruma düşen Kürt aktivist, Uluslararası PEN üyesi yazar ve gazeteci Selim Çürükkaya ile görüştük. Çürükkaya yaşadıklarını çarpıcı bir dille anlattı.

Selim Çürükkaya, 1954’te Bingöl'de, Genç ile Palu arasında, Fırat kıyısındaki Tûnst köyünde doğdu. Ailesinin, yedisi de erkek olan çocuklarının en büyüğüydü. 1975'te Kürdistan Devrimcileri grubunun kuruluşuna katıldı. Bu grup 1978'de Kürdistan İşçi Partisi, yani PKK adını alacaktı. Aynı yıl Tunceli Öğretmen Okulu’ndan mezun olan Çürükkaya, PKK davasından tutuklandı ve 12 Eylül döneminde 11 yıl Diyarbakır Cezaevi’nde yattı. 

İşte o röportaj:

Sayın Çürükkaya Türkiye'de yakalanmanızı ve cezaevi sürecini anlatabilir misiniz?

Bingöl TÖB-DER’de yaptığım siyasi konuşmalardan dolayı PKK’li olarak aranıyordum. 1 Mayıs 1980 tarihinde Diyarbakır’da yakalandım, eşim benden 3-4 ay önce yakalanmıştı.

Tutuklandım, 11 yıl hapis yattım, örgüt üyeliğinden ceza aldım. Siyasi savunma yapmıştım, 8 yıl verdiler. Sonra siyasi savunmanın savunmasını da yaptım, 8 yıl da oradan verdiler.

Böyle böyle 32 yıl. Sonra 1991'de Turgut Özal hükümeti ceza indirimi getiren bir yasa çıkardı. Cezanın 1/3'ünü yatmışsan 2/3 indirim falan. O zaman tahliye oldum.

Tahliye olmadan önce de Yeni Ülke gazetesine makaleler yazıyordum. Çıkınca bir ay kadar gazetede çalıştım. Sonra Boğaziçi’ndeki bir panelde yaptığım konuşmalardan dolayı polis beni aramaya başladı. Ben de yurtdışına çıktım, Atina’ya, oradan da Bekaa Vadisi’ne gittim.

Cezaevinde fiziki işkence gördünüz mü? Mümkünse biraz anlatabilir misiniz?

Çok işkence gördüm. Zaten herhalde Diyarbakır Cezaevi’ni kitap olarak ilk ben anlatmışımdır.

12 Eylül Karanlığında Diyarbakır Şafağı adındaki kitabım 1990’da iki cilt olarak Avrupa da ve Türkiye'de yayınlanmıştı, toplam 1000 sayfalık bir kitaptır. Avrupa'da Ağrı Yayınları Türkiye'de Melsa Yayınevi’nden çıktı.

DİYARBAKIR CEZAEVİNDE TUTUKLULARA  İNSAN PİSLİĞİ YEDİRİLDİ 

Kitapta işkence yöntemlerini de sıralamıştım. Diyarbakır Cezaevi’nde 32 tane işkence yöntemi var. En çarpıcı olanları, insan pisliği yedirme, cop sokma, ki cezaevinde çok sayda kişiye cop sokulmuştur. Pislik yedirmeden başka ekmeğin üstüne yağ niyetine Mintax sürüp yedirme veya suyun içine Tursil koyup içirme; sonra insanları birbirine dövdürme, ana avrat küfrettirme... sonra 10, 20, bazen 40, 50, 60 kişiyi üst üste bindirme, bir kişiyi de en üste çıkararak İstiklal Marşı’nı okutma. Üç yıl boyunca gece gündüz yapıldı bunlar. Kadınlara da yapılıyordu, erkeklere de.

Böyle bir cezaevinde yatıp bu kadar işkenceler gördükten, bu kadar zulmü gördükten sonra sırtüstü yatmaya veya sırf kendi geçimim için çalışmaya vicdanım elvermezdi. Onun için Bekaa’ya gittim.

Peki siz şimdi ailenizle birlikte Almanya’da yaşıyorsunuz. Almanya sizi mülteci olarak tanımış, statü vermiş.

Buna rağmen Türkiye’nin verdiği yanlış bilgilerle İnterpol tarafından aranıyordunuz.

Bu yüzden Almanya dışına çıkamadınız. Bu nasıl oldu, anlatır mısınız?

Uzun süre benim Türk ve Alman istihbaratlarıyla beraber çalıştığım propagandası yapıldı. Ben de bu güne kadar 10 kitap yazdım, şimdi 11.’sini yazıyorum, yani kısıtlı imkânlarımla işin doğrusunu anlatmaya çalışıyorum.

2016 sonbaharında, kardeşim Sait’in yaralanmasından sonra Avusturya'da gözaltına alındım. Kırk dakika tuttular, sonra özür dileyip bıraktılar ama İnterpol tarafından arandığımı söylemediler. 2015’te eşim ve çocuğumla Tunus’a gittiğimde havaalanında 4 saat bekletip Berlin’e göndermişlerdi. Orada Alman polisi bizi karşılayıp pasaportumuzu aldı. Bilgisayara baktı, “İnterpol ve Europol tarafından aranmıyorsunuz, gidin Tunus elçiliğinde şikâyetçi olun,” dedi. Sait yaşamını yitirdikten sonra da 2016 Kasım ayında Bremen’de polis merkezine gidip sordum. Orada da bir şey çıkmadı. Yani Tunus polisi söylemedi, Avusturya polisi söylemedi, Alman polisi interpol tarafından aranmadığımı söylemedi.

İNTERPOL'DEN GELEN YAZI İLE ÖĞRENDİM Kİ 50 KİŞİYİ ÖLDÜRMÜŞÜM!

2017'de Erbil’e gittim, dönüşte Bağdat hariç bütün uçuşlar iptal oldu. Türkiye, İran veya Suriye üzerinden dönemeyeceğim için belki Bağdat üzerinden dönebilirim diye düşündüm. Polise gidip Alman vatandaşı olduğumu anlattım ve bunu sordum. İki gün sonra Alman elçiliğine çağrıldım. İnterpol tarafından arandığımı söyleyip güvenliğin var mı, paran var mı, yerin sağlam mı, kalacak yerin var mı, gibi sorular sordular, Erbil’de bana Alman avukalarının isim ve telefon numaralarını verdiler. Bana avukat tutuldu. Bir müddet sonra avukat bir yazı yazarak sorunca öğrendim ki ben 50 kişiyi öldürmüşüm! 2003’te bu nedenle TC beni İnterpol’den istemiş ama TC’nin verdiği bilgiler Almanya nezdinde geçersiz olduğu için işlem yapılmamış. Yine de Almanya’dan çıkmamam söylenmemiş bana, çünkü başka bir yerde tutuklanıp Türkiye’ye gönderilebilirdim.

TC YALANCIDIR AMA İNTERPOL'UN DA SUÇU VAR 

Eylem listesine baktım, tarihleri görmek için. 1993-96, yani ben PKK’den ayrıldıktan sonra, PKK militanı olarak 37 tane cinayet işlemişim! Mesela Nisan 1995’te İskenderun’da 7 köy korucusunu öldürmüşüm! İskenderun’da köy korucusu var mıdır, onu da bilmiyorum ama ben o tarihte eşim Aysel’le birlikte tanınmış yazar Günther Wallraf’ın evinde kalıyoruz. Sonra 1993’te Lübnan’da BM ve Londra PEN ve Kızılhaç denetiminde bir kilisede kalırken de Şırnak, Bingöl falan oralarda 16 kişiyi öldürmüşüm.

Sonuç olarak, bu cinayet suçlamaları iki yönden beni köşeye kıstırmak için yapılmış olmalı: Bir, terörist olarak damgalanınca siyasi bir çıkış yapamazsın. İki, seni Almanya'ya mahkûm ederler, nitekim Almanya'da kalsın başka yere gidemesin diye İnterpol'e verdiler. İnterpol Dingo'nun ahırı olmuş, RTE kim laf söylerse, kim muhalifse hemen üç tane adam öldürmüş, beş tane adam öldürmüş diye doldurup gönderiyor, İnterpol de seve seve kabul ediyor. Bu nasıl bir mantıktır? Yani TC zaten yalancıdır ama İnterpol'ün de suçu var. Ben en az on yıldan beri Alman vatandaşıyım, neden Almanya İçişleri Bakanlığı, Almanya'da bir yetkili bana sen İnterpol tarafından aranıyorsun demiyor?

ALMANYA DA SUÇ ORTAĞIDIR, BANA ARANDIĞIMI SÖYLEMEDİLER

Biz naylon vatandaş mıyız? Başka herhangi bir Alman, adı Hans olan bir Alman için TC, elli tane adam öldürmüş diye suç atsa Alman devleti bunu Hans'a söyler mi, söylemez mi? Alman devleti, nasıl Hans elli tane cinayet işlememişse, benim de elli tane cinayet işlemediğimi çok iyi biliyor. Ben pasaportumu Hamburg Eyalet Başbakanı Olaf Scholz'ün elinden aldım. Kendisi bugün Başbakan Merkel'in yardımcısı. Pasaportu bana o verdi. Yedi yıl sonra Almanya dışında o pasaportla hiçbir yere gidemeyeceğimi anladım. Scholz pasaportu verirken bunu bilmiyor muydu? Ben bundan dolayı Almanya'yı da suç ortağı olarak kabul ediyorum.

Sizin bu konuda hukuki girişimleriniz oldu mu?

Bireysel olarak şöyle bir yol izledim: İnterpol tarafından arandığımı anladıktan sonra Alman devleti bana yazıyor, Almanya dışına çıkmayın, sizi TC'ye verirler diye; akrabalarım, arkadaşlarım, hepsi “Bir yere gitme!” diyor. Ben kimseyi dinlemedim, dedim ki “Ben giderim, tutuklanırım ve onları ikna ederim!” Zaten Alman makamlarına soracak, onlar da ellerinde böyle bir tutuklama kararı olmadığını söyleyecek. O zaman beni Türkiye'ye veremezler. Kafamda Norveç'i seçtim, bence Norveç biraz farklı bir ülkedir. Bilinçli gittim, planım Norveç, sonra da direkt Fransa'da Lyon'du. Lyon'da İnterpol merkezine gidecek, pasaportumu çıkartıp diyecektim ki, ben Selim Çürükkaya, 50 kişinin katili olarak arıyormuşsunuz, işte geldim.

Almanya'dayken eşim Paris'teki Kürt Enstitütüsü'nün başkanı Kendal Nezan'ı aramıştı. Nezan, Fransa dışişleri bakanına sormuş, o da demiş ki, “Bizim ülkemize gelebilir!” Yani şimdi ben İnterpol'e gidince o ne yapacak? Fransız polisine soracak. Fransız polisine sorunca ben Fransa'da serbest kalırdım.

POLİS, 50 KİŞİYİ ÖLDÜRMEKTEN ARANAN BİRİNİ İLK DEFA GÖRÜYORUM DEDİ 

Böylece bu işi kafaya koydum, gittim Norveç için biletimi aldım. Biletimi alınca Norveç polisi tehlikeli birinin geldiğini tespit etmiş, gemiden inerken gelip beni aldılar. Avukatlar, tercüman falan hepsi hazır. Onlara dört saat boyunca her şeyi anlattım. TC'deki rejimin Erdoğan'ı eleştiren herkesi İnterpol'e verdiğini, Türkiye'de yasak olan her şeyi Avrupa'da da yasak etmeye çalıştıklarını, sosyal medyaya, Twitter'a varıncaya kadar bütün ayrıntılarıyla bunları anlattım, tamamen ikna ettim onları. Ertesi gün beni serbest bıraktılar. Almanya'dan bir faks bekliyorlardı, onun için bir gece kaldım, ama çok iyi davrandılar. Hatta polis, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri ilk defa 50 kişiyi öldürmekten aranan birini gördüklerini söyledi. Sonra da basın toplantısı yaptım ve Norveç'teki avukatım arayıp İnterpol'ün beni arananlar listesinden çıkardığını söyledi.

Peki Türkiye'den kaynaklanan herhangi bir taciz, tehdit veya psikolojik baskı oldu mu?

Hayır, ama kimse umursamadı da. Bir, eski bir AKP'li tanıdığım, benim durumuma üzüldüğünü ve yardımcı olmak istediğini söyleyerek beni Abdurrahman Dilipak'a yönlendirmeye çalıştı. “Size telefonunu vereyim, ülkenin iki entelektüeli olarak konuşun,” dedi. Ben de devletin bana iftira attığını, benim nezdimde suçlu durumunda olduğunu anlattım ve kimseye telefon açıp da bunu kaldırın demeyeceğimi söyledim. Bir de Berlin'de bir sol gazete benimle röportaj yaptı. Onun dışında Türkiye solundan bir dayanışma görmedim. Türk olmadığım, Kürt olduğum için bu durumda kaldığımı düşünüyorum.

Ama Avrupa'da yaşayan hem Kürt hem Türk birçok siyasi, İnterpol'ün kırmızı bültenleri yüzünden tutuklandı, mesela Doğan Akhanlı veya Hamza Yalçın.

Tamam, onlar da mağdurdur, RTE muhalif olan, kendisini eleştiren herkesi mağdur ediyor. Ama Doğan Akhanlı olayında çok kamuoyu oluştu. Benimse 50 cinayeti üzerime yıkmışlar, kimse umursamıyor. Üstelik Kürdistan'da da en samimi arkadaşlarım bile benden uzaklaştı. Halbuki herkes biliyor, ben hayatımda dağa bile gitmedim, 50 cinayet işlemediğimi herkes biliyor.

Yani İnterpol, bir hükümetin keyfi kararıyla istediği kişi hakkında tutuklama kararı çıkartabiliyor mu?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde TC'ye karşı dava açmak istedim. TC, 15 yıl boyunca beni 50 kişinin katili olarak gösterdi, beni 15 yıl Almanya'ya hapsetti, birçok yerde tutuklanmama yol açtı, Fakat bunu Türkiye vatandaşı olarak açmam lazım, dolayısıyla önce TC'deki hukuki sürecin bitmesi lazım.

İNTERPOL TÜRKİYE'NİN KARAKOLU MU?

Bu da 20 yıl sürer. Alman vatandaşı olarak açabilir miyim diye avukata danıştım, o da İnterpol hakkında dava açmayı önerdi. Yani neden İnterpol hiçbir belge olmadan, bunu tutuklayın deniyor diye hemen tutukluyor? Bir ay içinde 60 bin kişiyi sana aranıyor diye yollamış, sen de hemen mührü basıyorsun. Niye araştırmıyorsun, belge istemiyorsun? Tamam, arada anlaşma olabilir ama, kendilerine gelen her bilgiyi sorgulamadan mı kabul ediyorlar? Bir devletin verdiği yüzde 80 oranında yalan çıkıyorsa, yine de bir yaptırım olmayacak mı? İnterpol eğer TC'nin karakolu değilse buna engel olmalıdır, dur demelidir.

On bir tane kitap yazmış bir yazar olarak, uluslararası kuruluşlardan bir destek görmediniz mi?

Ben PKK'den ayrıldıktan sonra İnterpol beni aramıyordu, Türkiye'de hiçbir mahkemede hakkımda tutuklama kararı yoktu. O yüzden BM, Kızılhaç, Uluslararası Pen, Almanya Pen, Alman Gazeteciler Birliği, hepsi bana sahip çıktı.

50 CİNAYET SUÇLAMASI ÇIKINCA KİMSE BANA SAHİP ÇIKMADI

Fakat 50 cinayet meselesi çıkınca, önceden bizim eve gelip giden Almanya Pen sorumluları bile ailemle gizli görüşür oldu, kimse açıktan bana sahip çıkamadı. Şöyle bir şey var bir de, PKK'deyken İnterpol tarafından aranmıyordum, ayrılınca aranıyorum!

Çoğu artık herhangi bir örgütün yöneticisi veya üyesi olmayan siyasi muhalifler hakkında böyle arama kararları çıkarılmasını nasıl açıklarsınız?

TC devleti Kürdüyle Türküyle muhalefeti susturdu. Yurtdışında ise ufak çapta da olsa birileri hâlâ bir şeyler yapmaya çalışıyor. Eskisi gibi örgütlerin çoğu yok, kamuoyunda saygınlığı olan yazar çizer ve akademisyenler var, belki amaç onları da susturarak kamuoyuna mesaj vermek. Muhalifler TC'nin kontrol alanı dışına çıkınca İnterpol'ün kontrolü devreye giriyor.

Türkiye'de artık kimse rahat konuşamıyor, sosyal medyadaki bir paylaşımından dolayı bir kişiyi tutuklayınca bin kişi duyuyor ve onlar da bir şey yapamıyor. Yurtdışında hâlâ muhalefet eden, düşüncelerinde direten insanlara da Türk polisiyle yapamadığını İnterpol aracılığıyla yapıyor.

Bu açıdan vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

İnterpol meselesi sadece senin benim meselem değil, binlerce insan aranıyor durumunda. Gitsinler, Avrupa ülkelerine kendilerini tutuklatsınlar, İnterpol'ün kapısına kadar gitsinler. Hep birlikte İnterpol'e dava açalım, TC'ye dava açalım, yüklü tazminat davası. Mesela ben 50 cinayeti işlemediğimi ispat ederim, ben TC'yi milyonluk tazminata çarptırırsam ikinci bir kişiyi İnterpol'e veremez, İnterpol de cezaya çarptırılırsa bir daha dikkat eder. Ben şahsen direkt Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava açmak istiyorum.

Gelin hep birlikte TC devletinin bizi Avrupa'da susturmaya çalışmasına karşı koyalım, hakkımızı arayalım, tazminat davası açalım. Bu hepimizin ortak sorunudur, el ele verip buna karşı bir şey yapalım.

Konuşmamızın başında, Güney Kürdistan'ın Erbil şehrinde bir süre kaldığınızı, zaten İnterpol tarafından aranmakta olduğunuzu da orada öğrendiğinizi söylemiştiniz. Röportajımızın bu kısmında biraz orada yaşadıklarınızdan söz edebilir miyiz? Mesela, KDP size sahip çıktı mı?

ERBİL YÖNETİMİ ARANDIĞIMI ÖĞRENİNCE ÖNCE ÜRKTÜ SONRA SAHİP ÇIKTI

Ben zaten KDP'nin misafiri olarak oraya gitmiştim, dolayısıyla Kürt geleneğinde bir misafire nasıl sahip çıkılırsa bana öyle sahip çıktılar. Fakat aranmakta olduğumu Erbil yönetimine bildirince, bir de İnterpol'ün 50 cinayetten aradığını öğrenince onlar da ürktü. Bana dediler ki “Facebook'u kullanma, Messenger'ı kullanma, kimseyle irtibata geçme!” Bir parti yetkilisi dedi bunu, istihbaratın da bilgisi dahilinde. Ben de dedim ki, “Peşmerge niye vardır, buranın istihbaratı niye vardır? Benim yazmamı engellemek için yapılan böyle bir şey varsa Peşmerge beni korumakla yükümlüdür.”

Yani bu taktikse de ben yutmadım, direkt Mesud Barzani'ye mektup yazdım. Erbil'deki yetkililerin bana söylediklerini anlatarak, can güvenliğimden kendilerinin sorumlu olduğunu hatırlattım. Bunun üzerine Barzani bana koruma verdi. Peşmerge evimi, kaldığım mahalleyi korumaya başladı. Yani KDP'nin desteği oldu.

Alman konsolosluğu da zaman zaman beni yokluyordu; param olup olmadığımı, can güvenliğimi, rahatımın yerinde olup olmadığını soruyorlardı. Alman konsolosu, zaten kardeşim Sait'in işlemlerini yapan hanımdı ve bu duruma çok üzülmüştü. Sonunda beni arayıp, ertesi gün bir Lufthansa uçağıyla Almanya'ya dönebileceğimi söyledi. Havaalanına gittiğimde salonda beni bekleyen 2-3 kişi vardı. Sonra uçakta da koruma vardı, yani hem havaalanında hem uçuş sırasında güvenlik önlemi almışlardı.

Kardeşiniz Dr. Sait'in ölümüyle sonuçlanan olayı nasıl değerlendiriyorunuz? Komplo olduğunu düşünenler bile var, sizin bakışınız nedir?

SAİT'İN TARİH SAHNESİNE ÇIKMASINDAN RAHATSIZ OLANLAR OLMUŞTUR

Sait'in ölümünde bir komplo olsaydı ben kesinlikle susmazdım. Olaydan hemen sonra oraya gitmiştim. Olayın nasıl olduğunu, onu götürdükleri tünelin nerede olduğunu, bombaların nerede patladığını inceledim. Ve kuşkulu gözlerle inceledim. Yanında olan kişilerle görüştüm. Kamuoyu Sait'in KDP Peşmergeleri'ne katıldığını, onlarla birlikte savaştığını sanıyor ama öyle değildi. Sait kendisi gitmiş, savaşmak isteyenlerden bir birlik kurmuştu, Kuzey Kürtleri ve İran Kürtleriyle beraberdi. Olaya dair en önemli belge film zaten. Finlandiya devlet televizyonu o sırada Sait'le beraberdi ve bombanın patlaması da dahil bütün olay detaylı olarak filme kaydedilmiş.

Bomba tünelde patlamış olsaydı, ben de aynı kuşkuları duyardım. Fakat Sait tünele bakmak için oraya çağrılmış, tünelde bir şey yokmuş. Tünelin dışında bir araba bulunmuş ve arabaya bağlı telleri çekince mayın olduğu anlaşılmış. İranlı bir Kürt, İran KDP'si genel sekreterinin askeri danışmanı mayına basıp ölüyor, Sait de o patlamanın enerjisinden etkilenerek nefessiz kaldığı için hayatını kaybediyor. Buna rağmen Kuzey ve Güney Kürtlerinden, Sait'in bu şekilde tarih sahnesine çıkmasını istemeyen, bundan rahatsız olanlar olmuştur tabii.

Somut olarak kastettiğiniz birileri var mı? Kimler rahatsız olmuştur mesela?

KÜRTLERİN İÇİ TERTEMİZ DİYEMEM, İSTİHBARAT ÖRGÜTLERI CİRİT ATIYOR

Kuzey Kürtlerinden KDP'nin parasıyla Erbil ve Duhok'taki lüks otellerde kalarak devrimcilik yapıyoruz diyen herkes! Bunlar Sait'in orada savaşmasını istememiştir. Ancak istememek ayrı, bomba döşeyip onu ortadan kaldırmak ayrı şeylerdir. Mesela şimdi Güney Kürdistan'da benim de kalmamı istemeyenler vardır ama buna meydan vermemek için ben direkt KDP yönetiminden koruma istedim. Kürtlerin içi tertemiz değil. İran'ın istihbaratı, Türkiye'nin, Suriye'nin istihbaratı oradadır, hepsi cirit atıyor orada, güvenlik tamdır diyemem.

Dr. Sait'in Almanya'dan gidip Kürdistan'da gönüllü ordu kurması sıradan bir olay değil. Bir soruşturma komisyonu kurulmadı mı?

KARDEŞİM SAİT GÖNÜLLÜ ORDU İÇİN 620 KİŞİYE ASKERİ EĞİTİM VERMİŞ

Yok, komisyon kurulmadı. Ben söyleyeyim, benim bir kuşkum olsaydı kesinlikle dile getirirdim, ama bir araştırma komisyonu kurulmadı. KDP de kurmadı. Bu olaydan sonra Türkiye Kürtlerinden bazı kişiler, “Geçmişte iki Sait olayı vardır, bu da üçüncü Sait mi acaba?” diye kendi kendilerine yorumlar yaptılar ama değildir. Olsaydı ben kesinlikle peşini bırakmazdım. Somut olarak Sait, bu tünel boştur deyip, ekibi alıp arabasına binip gitseydi bir şey olmayacaktı, ama o TNT yüklü arabayı görünce, kabloları görünce gidip bakıyor. Olayın filmi var, Finlandiya televizyonu yayınladı, bizim eve gelip röportaj yaptılar sonra. Bunun filmi var, bir de Sait'in çok samimi arkadaşı, ki bunlar Peşmerge değildir, yıllarca PKK'de onunla birlikte savaşan, İran Kürtlerindendir, onun da ifadesi var. Sait'in kurduğu gönüllü ordudan bir genç.

Dr. Sait'in ölümünden önceki dönemde yaptıklarını kısaca anlatır mısınız?

Sait 620 kişiyi eğitmiş ve değişik yerlerde onlarla birlikte savaşa girmiş. En son olay yerine gittiğinde beş kişilermiş. Sait Almanca bildiği için Alman komutanlarla da iletişimi olmuş.

Orada, Musul bölgesinde, Şex Lokman diye birinin adına kurulmuş olan bir okulda da ders veriyordu, Peşmerge'nin denetiminde. Sait gönüllü bir ordu eğitmek için bu KDP sorumlusunu ikna etmiş. Ama Peşmerge Bakanlığı'na bu projeyi sununca bakanlık projeyi kabul etmedi. O zamanki bakan Gorancıydı, Sait'in hazırladığı dosyada KDP'yle ilgili bir kâğıt varmış. Onu görünce KDP'nin projesi diye onaylamamış. Sait iki kere gitmiş, projeyi onaylamamışlar. Oysa Erbil'de, Duhok'ta savaşmak isteyenler vardı, kiminin bacısı kaçırılmış, kiminin anasına tecavüz edilmiş, babası katledilmiş falan... derdi ki onlar eğitilse Peşmerge'den daha iyi savaşırlar.

Orada iki buçuk yıl kaldı, onları eğitti yine. KDP bunlara silah da vermedi, silahlarının yüzde 80'i Işid'den ele geçirdikleriydi.

KDP silah vermiyor ama yiyecek konusunda destek olmuş. Daha sonra birkaç yerde, mesela Şengal'de binlerce Peşmerge'nin hayatını kurtardı Sait. Şengal'e girerlerken bakıyor ki mayın döşeli. Mayını sökmeye çalışırken, bir adam kalkıp koşuyor. Binlerce Peşmerge var orada. Sait düşünmüş ki, adamın üzerinde bomba olsa onlara doğru koşar. Herkes kendini yere atmış ve Sait adamı vurmuş. Sonra bir de bakmış ki beş ton TNT yüklü bir araba var orada. Şengal'in kurtulduğu gün olan bir olay. Yani binlerce Peşmerge'nin hayatını kurtarmış Sait.

Peki, çok teşekkür ederiz.