31 Mart seçimleri yaklaşırken ortada var olan çelişkilere ve hesap hatalarına dikkat çekme ihtiyacı hissettim. Bunları aslında 24 Haziran seçimlerinde de yaşamıştık. Seçim sonrası yaptığım araştırmada AKP’nin en fazla % 35, MHP’nin de %4-5 civarında bir oy oranı olduğu sonucuna varmıştım. AMA beka sorunu olduğu için seçim sonucu %52 RTE, %48’de muhalefet olarak açıklanmıştı. Aslında benim gibi uzun uzadıya bir araştırma yapmaya gerek var mıydı? Sanırım yoktu çünkü her şey ortadaydı: iktidarın yasal ve meşru olmadığının göstergeleri ve argümanları o kadar çoktu ki! Bu seçimde görüldü ki RTE ve yandaşlarının iktidarı bırakmaya hiçte niyetleri yoktu. Ama şimdi genel değil yerel seçimler var. Pekâlâ, nedir bu heyecan, telaş, öfke, baskı, şiddet, provakasyonlar, algı yönlendirmeler ve beka sorunu? Bu seçimlerin hepsini muhalefet de alsa siyasi iktidara yasal olarak bir şey olacağı yok. Diğer yanda muhalefetin Haziran seçim öncesi M. İnce’yle yükselen umut grafiğinin benzerini bu seçimde de görüyoruz. İki tarafta da seçimlerin sonucuna ilişkin yapılan hesaplar yerel seçim volümüne uygun olmayan bir seyir izliyor. İşte tüm sorun da burda! Dolayısıyla muhalif unsurların ve ‘sol’ kesimlerin bol keseden umut dağıtmaları yeni bir M. İnce sendromuna yol açacağı gibi aynı oranda bu seçim iktidar açısından umulmadık gelişmelere de gebe gözüküyor. Sanırım derinlerde sorunlar birikmiş üst tarafı sürekli zorluyor. Aslında üstteki bu belirtileri hepimiz her gün ve her saat izleyip duruyoruz. İktidar açısından konuyu aşağıda ele aldığımızda, aynı zamanda muhalefetin umutlarının da ne kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmüş olacağız. İktidarın 31 Mart seçiminde ki tavrını belirleyen üç temel neden var.

Birincisi; derinlerde olan en başlıca şey ekonomik kriz! Bunun yarattığı panik ne olabilir? Bu soruya gerçek bir cevap verebilmek için ülkemizin içinde bulunduğu siyasi atmosferi açıklamak gerekiyor. Türkiye, emperyalist sisteme sadece ekonomik çelik halatlarla değil siyasi ve askeri halatlarla da bağlı. Bunların başında NATO gelir. NATO her ne kadar SSCB ve yönettiği sisteme karşı kurulmuşta olsa temel varlık nedenini ‘demokrasi’ olarak tanımlar. Onun için SSCB yıkıldı ama o hala devam ediyor. Bunun, kitleleri aldatmak yani onları kontrol etmek için olduğunu elbette ki biliyoruz. Ama bilinmeyen: bu algıyı bozacak herhangi bir üye ülke en kısa zamanda ya hizaya sokulur ya da ‘hizaya sokulur!’. Bu nedenle ülkemizde göstermelikte olsa seçimler yapılmakta, parlamento devam etmekte ve partiler varlıklarını korumaktadır. Onun için ülkemizde sınırsız Hitler vari bir faşizm en azından bugün için olmaz. NATO üyesi veya diğer kapitalist ülkeler ilişkilerini çıkarlar üzerine(bu kapitalizmin olmazsa olmaz şartıdır)kurarlar. Bu açıdan ortak çıkarları kimse tehlikeye atamaz ve tasarrufta bulunamaz. Birinci ve ikinci paylaşım savaşı da zaten bu nedenle çıkmadı mı? RTE’nin bu çıkarları sürekli risk eden tasarruflarda bulunduğunu biliyoruz: Suriye politikası, Venezüella desteği, S400’ler, Katar ile birlikte Müslüman Kardeşler ortaklığı vb. İşte şimdi bu risk tablosuna yeni birisi daha eklenebilir. Bu da: kitlelerin hızla politize olup komünist kulvara girmesi veya istenmeyen bir oluşumun iktidar olma tehlikesiyle yakından ilgilidir. Emperyalistler adamlarını(14’ler) tasfiye eden yeni bir 27 Mayıs Darbesi görmek istemez. Seçim sonrası kitlesel hareketler gelişir ve bu CHP tarafından mas edilmeyecek bir boyut kazanırsa işte tehlike burada ortaya çıkacaktır. Emperyalist patronların buna tahammülü olmaz. Mısır’da bu tehlike ortaya çıktığında ABD, adamı Mursi’ ye ‘iktidarını paylaş’ teklifini yapmıştı. Mursi bunu reddettiği için devrildi. RTE bu tehlikeyi bildiği için kitlesel kalkışmaların olmaması için elindeki enstrümanları bugüne kadar ustalıkla kullandı: mafyayı sahneye sürerek, güvenlik güçlerini belli noktalara yığarak, kişisel telefonlarla pasifize ederek, çoluk çocuklu da olsa silahlı sivilleri sokağa salarak, sigorta supaplarını bazen gevşeterek yani yumuşama sinyalleri vererek, lafta da olsa kanlı bastırma, imha etme tehditleri savurarak, muhalif olanları adli takip altına alıp cezaevine yollayarak vb. Fakat bu araçların ekonomik kriz nedeniyle bir işe yaramama ihtimali yüksek. Çünkü kitlesel tehlikenin ekonomik kriz nedeniyle kendi tabanından yani emekçi kesimlerden gelme riski var. Eğer seçim sonuçları aleyhte olursa lehte açıklamalar yapılmasını engelleyen temel neden: kitleleri harekete geçirecek, kışkırtacak taktiklerden sakınmaktır. İşte bu açıdan yapılanlar, son hamleye mecbur kalmamak için seçim öncesi işi bitirme telaşı ve paniğidir.

İkincisi; yukarıdaki panik havasının yanında mahalli seçimlerde azınlığa düşmek demek, psikolojik ve moral değerler açısından önemli olduğu kadar meşruluğun tartışmasını getirecek bir önem taşımaktadır. İşte ikinci dip dalga da: seçim sonucunu kabullenip 5 yıl iktidarı sürdürmenin öyle huzur içinde olmayacağı inancının tetiklediği telaş ve panikten oluşmaktadır. Yani birinci neden nasıl nesnel bir olguysa bu da öznel yani içsel bir olgudur. Bu açıdan iki cami arasında beynamaz bir profil ortaya çıkmaktadır. Elinde her türlü yetki olduğu halde hala basit hileler, gücü kötüye kullanmalar da neyin nesi? ‘Seçimi aldım kardeşim’ dersiniz olur biter. Hatırlayın Haziran seçiminde: “geçmiş olsun atı alan Üsküdar’ı geçti” denmişti. Haziran seçimlerinde de tabanda kayma vardı ama ortada krizin tetiklediği türden hareketlilik yoktu. Şimdi ise durum farklı: kendi tabanında ve geniş emekçi kitlelerde huzursuzluk hat safhada! Sonuçta önümüzdeki 5 yıl içinde rahat bir iktidar edilemeyeceğinin getirdiği bir telaş ve paniği açıklayan nedenlerdir bunlar. En ufak bir yanlış adım kıvılcımı ateşleyebilir. Bu kıvılcım Cumhuriyetçileri ve HDP’nin tabanını tutuşturabilir. Yani bu ikinci sorun da aynı kapıya çıkıyor. Bunun için meşruluğu kurtarmak için seçim öncesi olabildiğince seçime asılmak, ter dökmek, korkutmak, ayrıştırmak, terörize etmek, yasal hile destekleri yaratarak süreci yönetmek gerekmektedir. İşi seçim gününe bırakmama telaşıdır bu. Eğer kitleler pasifize edilmiş ve hiçbir tehlike kapıda gözükmüyorsa elbette seçim sonucunda ki aleyhte durum lehe çevrilebilecektir. Ama yok kitlelerin potansiyel bir kalkışma hali varsa onları tahrik edecek bu büyük düzeltme bana göre yapılmayacaktır. Bu da kitlelerin sadece nesnel değil aynı zamanda öznel gelişim seyriyle yakından ilgili olacaktır. Eğer büyük düzeltmeler yapılmışsa (yani aldığı oy toplamı %35-40 vs. olup da seçimi büyük şehirlerde aldığını açıklamak) bilin ki bu, kitlelerde ciddi hiçbir hareketliliğin olmamasındandır.

Üçüncüsü; Bu neden sanırım en kolay açıklanır olandır. Yerel seçimlerin dinamiğiyle, spesifik özellikleriyle ilgilidir. Biliyorsunuz insanlar şehir yansa da sesini çıkarmaz ama ateş evine düştüğünde feryat figan eder. Kitlelerin bilinçsizliği, kültürel geriliği onların ancak daha somut ve kendisiyle ilgili sorunlar ve olgular karşısında harekete geçtiğini, refleks gösterdiğini bize söylemektedir. Bu açıdan örneğin Ankara’nın, İstanbul’un, Bursa’nın vb. şehirlerin seçimde kaybedildiği halde alındığını açıklamak yani bu haksızlığa teşebbüs etmek kitleleri genel seçimlerden daha farklı şekilde hem tahrik edecek hem de harekete geçirebilecektir. Böyle bir tehlikenin varlığı da İktidar bloğunu şimdiden olmadık ajit-prop ve eylemleri kullanmaya itmektedir: Beko sorunu, muhalefeti tümden terörist ilan etme, ezana saygısızlık, ‘seçimi kaybedersek iç savaş çıkar’ vs. türünden algı yönetme, ‘bunların isimleri 5 harfli’ türünden çocukça saçmalıklar vb.

Görüldüğü gibi objektif ve subjektif olarak dipten gelen bu üç dalga iktidar bloğunu sarsmaktadır. Dahası abandone olmuş yani maçı kaybettiği ortada ama bel altı vuruşlarla sonuç almaya çalışmaktadır. Bu açıdan muhalefet kadar iktidarın da evdeki hesabı çarşıya uymayabilecektir. Muhalefet evdeki hesabını çarşıya uydurmak istiyorsa ‘sandıkları kontrol’ etmenin de ötesinde kitlelerin gücüne güvenmesi gerekiyor. Ama böyle bir devrimci muhalefet ülke düzeyinde ne yazık ki yok!

Seçimler her şeye gebe!

17.03.2019