Bir insanın, bir grubun ve sosyolojik ya da siyasi bir yapılanmanın kendi kendine ‚Adalet‘ ve ‚Kalkınma‘ismini vererek bu ad altında bir parti kurması ile, bu partinin faaliyet göstereceği ülkede ‚adaleti‘ ve ‚kalkınmayı‘ sağlayacağını ya da, bu iddasında samimi olup olmadığının belirlenmeside dikkate alınması gereken en iyi yöntemlerden biri de hiç kuşkusuz, bu yapılanma dolaysıyla bir araya gelenlerin ‚adalet‘ ve ‚kalkınma‘ anlayışları ile yakından ve doğrudan igilidir.

15 Mart 2003 tarihinden beri Başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan (RTE) , 14 Ağustos 2001'de kamuoyunda  ‚Milli Görüş‘ olarak bilinen ve varlık nedeninini mihenk taşını  oluşturan ‚
Antisemitizm‘ yani Yahudi karşıtlığı veya Yahudi düşmanlığıdan nemalanan bir zihniyeten gelen bir kadro ile ‚Adalet ve Kalkınma Partisi'ni‘ (AKP) kurup, oy aldığı yığınları da önemli ölçüde mağdur ederek ve aldatarak, Türkiye’de adaletsizliğin ve çöküşün simgelerinden olan ‚Balyoz’ ‚Ergenekon‘, ‚OdaTv‘ ve benzeri davaların savcısı olduğunu itiraf ederek, gerçek demokrasilerde olmazsa olmaz, ilkelerden olan hukukun ve adaletin bağımsızlığı ile kuvvler ayrılığına inanmadığını çok net bir şekilde ispat etmiştir.

 Neden AKP ve RTE yönettikleri
 devlet aygıtı ile  kendi vatandaşlarına karşı adil değil? Kendi yurttaşlarının temel insan haklarından olan dilini, ınancını ve yaşam felsefesini yaşatmalarının hukuksal zeminini oluşturamıyor?  Bu ve benzeri soruların yanıtylarını ‚faiz lobisi’ ‚dış güçler‘, ‚İsrail‘ (yani Yahudiler) ile açıklanamayacağı ortadadır. Bu tür soruların gerçek yanıtları bu çevrelerin yetiştikleri sosyal, dinsel, mezhepsel ve siyasi ortamların oluşturduğu koşullarda aranmalıdır. 

3 Kasım 2002 seçimlerinde beri tek başına iktidar koltuğunda oturan AKP‘nin kurucu  Genel Başkanı olan olan RTE‚ lise ve üniversite yıllarında Milli Türk Talebe Birliği öğrenci kollarında aktif görev‘ aldıktan sonra, 1976 yılında MSP Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığı'na‘ ve ordan da  aynı yıl‚ MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı'na seçilerek‘ içselleştirdiği  Batı karşıtlığı, Yahudi ve Alevi düşmanlığı kompleksinden bugün bile arınamamıştır. Dolaysıyla başta RTE olmak üzere AKP’yi kuran kadro ve zihniyetin büyüyüp güçlendiği ve cocukluk ile gençlik yıllarının sosyalleştiği ortamı iyi bilmek gerekiyor. Ötekileştirici, dışlayıcı ve herkesi düşman olarak gören zihniyetin eğemen olduğu bir ortamda çocukluk ve gençlik yıllarını geçiren RTE’dan hukuk devleti ilkelerine ve tam demokrasiye inanmasını, herkese adaletl, davranması beklemek Türk aydınının bir kesminin en büyük yetmezliği ve eksikliğidir. Bu da az gelimiş  ülkelerin az gelişmiş aydınlarının tipik özelliğidir.

RTE‘ ın içselleştirdiği nefret kültürünü aynı yollarda yürüyen ve aynı yağmurda ıslanan sözde liberallerin, kişilik zaafiyeti dolasıyla kalemlerini kıraya veren sözde aydınların,sanatçıyım diye çığırtkanlık yapanların, 'akil adamı‘ maskaralığına soyunan ve  ‚demoktratikleşme‘ adı altında, ırkçı ve dinci-etnik milliteçiliğin karışımı olan yapılanmalara sundukları ‚hizmetleri‘ karşılığı dolar üzerinden nakip ücret alan döneklerin  görmezden gelmeleri sonucu, Türkiye ne yazık ki bir uçurumun eşiğine getirilmiştir.

‘30 Mart 2014 Yerel Seçimlerinin Türkiye‘ de Doğuracağı Vahim Sonuç ‘

30 Mart 2014 Yerel seçimlerinin Türkiye‘ de doğuracağı ve tüm Orta-Doğu coğrafyasını da alt üst edecek tek bir sonuç var: Etnik milliyetçilik (Faşizmin yeni adı) ile  mayasını laiklik, Batı tarzı çoğulcu demokrasi ve hukuk devleti karşıtlığına Yahudi ve Alevi düşmanlığını da ekleyerek beslenen çevrelerin, Türkiye‘nin  laik ve uniter devlet yapısını temelden değiştirmeye yönelik ittifakın neden olacağı provakasyon ve girişimler ivme kazanacaktır. Bu kirli ittifakın sahipleri 30 mart 2014 sonrası ‚tarihi hesaplaşmanın‘ en son aşamasına geçildiğini ve ‚ustalık döneminin‘ olumlu sonuçlarını elde ettikleri inancını alabildiğince pompalayacaklardır.

Bu kirli ittifak karşısında; Alevi-Sunni ve Türk-Kürd ayrımı yapmayan tüm yurtseverlerin, ilericilerin, dindar  Sünni muslümanların ve Alevileri birbirlerine daha da kenetlenerek, kardeş kanından nemalanan ve böylelikle varlıklarını sürdüren sülükler ili hiç bir şekilde ittifak içinde olmadıklarını deklara etmeleri gerekmektedir. Türkiye‘ mizin göz göre göre yok oluşunu durdurabilecek yegane güç, birbirlerinin varlıklarını ön koşulsuz kabullenen ve her bireyin temel insan hakları olan inancını, kimliğini, dilini ve dinini eşit yurttaşlık temelinde yaşamasını içselleştirenleri birliktenliğini sağlamadan geçmektedir. Yoksa başka türlü yukarda kısaca izah edilen ‚kirli ittifakın kirli emellerine‘ ulaşmalarını engellemek mümkğn olmayacaktır.

21 Mart 2014