Köln-Dom Katedralinin hemen yanında kurulan tarihi Noel pazarı, katedrale farklı bir hava katar. Bu tarihi anı yaşamak için Belçika ve Hollanda gibi yakın ülkelerden günü birlik Noel pazarına ziyaretler yapılır. Bu nedenle Noel pazarı her zaman kalabalık, cıvıl cıvıldır.

Yıllar önce Köln`lü Ermeniler, bu tarihi atmosfer içersinde ön ve yan cephesi baştan sona kadar camla kaplı katedralin toplantı salonunda bir etkinlik düzenlemişlerdi. Rengarek ışıklandırılmış, çam ağaçlarıyla süslü Noel pazarının çevreye yaydığı ışık, toplantı salonundan bakıldığında insanı alıp duygu yumağının içersine sürüklüyordu! İçine düştüğüm bu duygu yumağı beni o an bilinmeyen bir labirentin köşesine atıvermişti.

Toplantı devam ederken labirentte yolumu bulmaya çalışıyordum. Ellerinde dijital makinaları ile Noel ışıkları altında Dom Katedralini arkalarına alıp, anı ölümsüzleştirmeye çalışan dünyanın dört bir yanından insanlar vardı.

Çekilen fotoğraflar.... Patlayan flaşlar.... Poz verenler...

İnsanlar neden fotoğraf çeker? Fotoğraflar yanlızca makinalarla mı çekilir? Çekilen dijital fotoğraflar sonra ne olur?

Labirentin içersinde bunları düşünürken toplantı salonundan yükselen Türkçe beni kendime getirdi... Oysa toplantının dili Almancaydı!.

İrkildim!

Labirentin karmaşık yollarını terk edip toplantı salonuna döndüm. Kimden çıktı bu düzgün İstanbul Türkçesi? Podyumdaki konuşmacıları izlemeye koyuldum.

“Kıbrıs Türktür, Kıbrıs Türktürˮ

“Kıbrıs Türktür, Kıbrıs Türktürˮ

“Konuş Halil Bey konuş!ˮ

“Konuş Halil Bey konuş!ˮ diyordu Ermeni yazar Raffi Kababçiyan Kantyan.

Kendime gelmiş, yüreğimle, gözlerimle, beynimle toplantıyı takip etmeye başlamıştım. Kababçiyan, özgün bir tarzda resmini çektiği ya da bir projektör tuttuğu, Türkiye Ermenileri`nin son yüzyılda yaşadıkları olayları anlatan öykü kitabından 6.7 Eylül olaylarınını anlatan bölümü okuyordu.

Yakın tarihin birtakım yürek burkan olayların içinde uyandırdığı duyguların, hayal kırıklıkların gelgitlerin olanca çıplaklığıyla ortaya konduğu eserinde Kebabçiyan, yurt dışına yerleşmiş bir İstanbullu olarak, geçen yıllar boyunca büyük bir süratle değişen kentlerin/ülkenin, kaybolan değerlerinin çetelesini tutuyor ve böylece öykülerine kent/ülke kültürü bağlamında bir hatırlatma, unutturmama/canlı tutma misyonu yüklüyordu.

2015 yılı, hatırlatma, unutturmama/canlı tutmanın yoğun yaşanacağı bir yıl olacak. 2015 yılı içersindeki etkinliklerde öne çıkacak 1915 tarihi, kuşkusuz Ermeni katliamında simgesel bir yıl olarak baz alınıyor olması anlaşılır bir durum. Yanlız konuyu daha anlaşılır kılmak ve 1915 yılına nasıl gelindiğini görmek için 1800 başlarına gitmek gerekir. Çünkü Osmanlı`nın Ermenilere yönelik ilk ciddi yönelişi, 1800 yıllarına denk düşer. Osmanlı`nın çöküş dönemiyle birlikte batının dayattığı reformlar uygulamaya konur. III. Selim ile başlayıp yarım kalan reformlar, 1808 yılında II. Mahmut ile devam eder. 1826 yılı, Yeniçeri ve Bektaşi dergahlarının ortadan kaldırılışına tanıklık eder. 500 yıl Osmanlıya kul köle olmuş, kapı kulluğu yapmış olan Yeniçeri oluşumu, tüm kurumlarıyla kökünden kazınır. Hızını alamayan II. Mahmut iki yıl sonra İstanbulun önde gelen Ermeni esnaflarına yönelir. (Nedenleri başka bir yazıda)1828 yılında, esnaf, banker ve dini liderlerden oluşan 2 bin Ermeniyi bir fermanla Anadoluya sürgüne gönderir. 400‘e yakın çocuk sürgün yolunda ölür. Bir çok Ermeni ailesi üç ay süren sürgün sonrasında İslamı kabul eder ve İstanbula geri döner. O dönemde yanlız Ermeniler değil İstanbul`da yaşayan diğer azınlıklarda hanelerine düşen zülmden paylarını alırlar.

1827 yılında Rus savaşı başlar ve Osmanlı yavaş yavaş işgal ettiği topraklardan çekilmek zorunda kalır. Osmanlı, kılıç zoruyla aldığı toprakları kaybettikçe hırçınlaşır. Kırım savaşı ardından 1856‘de azınlıkları koruma altına alan bir antlaşmaya imza atmak zorunda kalır. Bu antlaşma Osmanlının elini kolunu bağlar ama Ermenilere yönelik sert uygulamalardan vazgeçmez. Üçüncü bir yol bulunur! Tahta oturan Abdül Hamit, 1891 yılında Kürtler’den oluşan ve ismiyle anılan Hamidiya Alaylarını kurar. Bu kez katliamlar Kürtler’in üzerinden gerçekleşir. 1856 yılında attığı imza hatırlatıldığında Kürtleri gösterip, katliamı Kürtler’in yaptığını deklera eder. (Hatırla, bir kaç gün hafta önce Ahmet Türk Ermeniler`den özür dilemişti. Neden?)

1895/96 yıllarına gelindiğinde Hamidiye Alayları, Ermeniler’in yoğun bulunduğu Zeytun´a (Maraş) yönelir. O yıllarda 80 bin ile 100 bin Ermeni öldürülür. Katliamların gerçekleştiği şehirlerin başında Ermeniler’in yoğun yaşadığı, Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Harput, Diyarbekır, Sivas, Halep, Adana ve Ankara vardır. Katliamların sıradan bir hal aldığı 1909 yıllarında Adana/Dörtyol`da bir çırpıda 20 bin Ermeni öldürülür. Önüne geçilemez bir hal alan olaylar 1915`e gelindiğinde ise doruk noktasına ulaşır. Kimine göre 500 bin, kimine göre 1,5 milyon…………..


[email protected]