ANKARA‘DAN NOTLAR ...

29 Haziran 2011 günü Ankara’da



yapılan duruşmanın başlamasıyla ki -üçüncü duruşma – söz alan avukatların yaptıkları sunum sonrası duruşmaya ara verildi.

Oturumun başlaması ile Mahkeme kararını açıkladı. Karar geçmeden önce Avukatların, işkencelere ilişkin çok önemli sunumlarda bulunduklarını belirtmem gerekiyor. Örneğin Süleyman Cihan`a yapılan insanlık dışı iğrenç işkenceler ve işkenceler sonucu katledilmesi. Bunun ailesinden ve avukatından gizlenmesi vs. Keza Mustafa Hayrullahoğlu‘nun işkence ile katlinin de ayrıntılı bir şekilde mahkemeye sunulması ve mahkemenin açıkladığı kararlarda bu sunumun etkili olması. Çünkü Avukatlar, ısrarla Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya`nın duruşmalara getirilmesini talep ettiler.

Aksi takdirde Cuntacıların yargılanmasından söz edilemeyeceğini savundular. Adli Tıp`ın verdiği raporun yeterli ve kabul edilir olmadığını söylediler.



Adlı Tıp`ın bağımsız hareket etmediğini, verdiği raporların kamuoyu tarafından kabul görmediği üzerinde durdular. Adli Tıp`ın düzenlediği raporlarda, şimdiye kadar işkencecileri koruduğu,12 Eylül ve Darbecilerini korumak amacıyla rapor düzenlediğini ifade ettiler. GATA`nın ( Gülhane Askeri Tıp Akademisi) verdiği raporların, cuntacıları korumaya dönük olduğunu söylediler.

Bu sözü edilen kurum ve kuruluşların, cuntacılarla içiçe olduğu, bu kurumların düzenlediği raporlarla,12 Eylülcü cuntacıların yargılanamayacağını idda ettier. Mahkeme bu idda ve sunumlara / savunmaya itiraz etmedi, sunumları aynen kayda geçti.

Ancak işkence sonucu yakınlarını kaybetmiş çok sayıda aile – yurtdışında ve Tükiye`de – mahkeme salonunda hazır bulundukları halde, bu aile yakınları defalarca söz istemelerine rağmen söz verilemedi ve söz hakkını kullanamadılar.

Peki bu niye böyle oldu ?

İlk olarak şunu söylemeliyiz; Mahkemeler üzerinde yeterince kamuoyunun baskısı yoktur. Kamuoyunun baskısının olmadığı yerde, mahkemelerin Cuntacıları yarglanması beklenemez. Mahkemelerin adil davranması, insanlık suçu işlemiş katillerin ve cuntacıların üzerine gitmesi için planlı, programlı bir çalışmanın olması gerekiyor. Bu çalışma içinde bir araya gelmiş halk kitleleri mahkemeleri dikkatli olmaya zorlar, işkececiler üzerine gitmesini sağlar. Çünkü cuntacılar yeterince teşhir olmuş, kendilerini savunamaz, gözde düşmüş bir durumla karşı karşıya kaldılar.



Yurtdışından da, yeterince bir katlılım söz konusu değidi.



Merkezi Köln’deki Türkiye/Almanya İnsan hakları derneği TÜDAY yetkilileri ile birlikte bir kaç kişi ve sendikacı katılmıştı. Duruşma öncesi mahkeme önünde  68 kuşağının sembol isimlerinden Atilla Keskin ve bir kadın konuşmacı  konuşma yaptılar.. Bu grupla gelen Alman sendikacılar ve  işçi temsilcileri de  türkçe ve almanca birer konuşma yaptılar. Şair Mehmet Özer, uzun bir şiir okudu. Bu sırada alanda sadece  78`liler Federasyonundaki arkadaşlar vardı. Bilahare gruplar halinde insanlar alanda toplanmaya başladılar. Son olarak EHP`liler 30 – 40 kişilik bir grupla alana girdiler. Dolaysıyla istenen ve arzulanan kitlesel bir katılım söz konusu değildi.



78`li arkadaşların söylediği gibi, işkenceler sonucu yaşamını yitirmiş arkadaşlar kadar bir kitle bile bir araya gelememişti.

AABF ve Yol TV de az sayıda bir kitleyle katılım sağlamıştı.

 Görüldüğü gibi,12 Eylül`ün yarattığı tahribata karşı devrimci-demokratik güçler, aradan geçen bunca zamana rağmen toplumda yeterince bir duyarlıklar yaratamamışlardı, 12 Eylül askeri cuntası,toplumun demokratik örgütlemelerini, aydınları, sanatçıları, demokratik muhalefeti ve muhalif herkesi baskı altına alarak terörle etkisizleştirerek dağıtmıştı.

  12 Eylül  Darbesinin zülmüne uğramış kesimler, birbirlerine adeta kem gözlerle bakarak birbirlerinden uzak durmaya çalışyorlardı. Darbecilere karşı  yapılması, ortaya konulması gereken tavırdan da adeta feraget etmişe benzer bir durum ve ortam söz konusuydu. (*) Tam da bu noktada durum böyle olunca, hükümetteki AKP`de solun, demokratik güçlerin yetersizliğinden faydalanarak, kendisini demokrat, demokrasiden yana göstermeye çalışıyordu. Halbuki, gelişmelere, olan-bitene bakıldığında böyle bir şeyi görmek mümkün değildir.



Karşımızda zorlandığı ölçüde, kendisini „demokrat“ göstermek için „demokratça“ konuşmaya çalışan bir hükümet vardır. Tekrar mahkemeinin kararlarına dönecek olursak; Cuntacıların Adli Tıp veya GATA‘ da değil, üniversitelerden rapor getirmelerine karar verildi. Yani, Darbecilerin kısmen de olsa, mahkeme önüne çıkarılmasının yolu açıldı. İşkenciler hakkında soruşturma açılması / yapılması kararlar arasında yer aldı.

 BDP Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü´nün Müdahil olma muracaatı rededildi. Eğit-Sen ile MHP`li bir vekilin ülkücüler adına yaptığı muracaatlar da kabul görmedi. Bir Avukatın KUK adına yaptığı muracaat / sunumun tümü dinlenmedi. Halbuki avukat çok detaylı bir sunumda bulundu. İki KUK`lunun nasıl ve nerede katledildiğini belgeleriyle açıkladı. Buna rağmen, devletin ve onun kurumlarının Kürt halkına karşı nasıl bir umursamazlık içinde olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu.

Derviş Akbaba

 

 

(*) Bu durumla ilgili kimi kesimler kendierini haklı görselerde, bu durumu yaratmış olmaları

nedeniyle kendilerini bir kez daha gözden geçirmeleri gerekmektedir.

 

 



- - - -