AKP’nin aslında 12 Eylül sürecinin devamını sağlayan, maske değiştiren bir figür olduğu gerçeğini “yapılanlar yapılacakların teminatıdır” formülü ile çözebiliriz. Zira 12 Eylül’ü anlamak AKP’yi, AKP’yi anlamak 12 Eylül’ü anlamak demektir



12 Eylül ile hesaplaşma adı altında Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gündemi çokça meşgul etmişti. İçerde mahkeme sürerken dışarıda binlerce kişi protesto eylemlerinde bulunmuş, yüzlercesi de davaya müdahil olmak için başvurmuştu. Gerek eylemciler gerekse davaya müdahil olmak isteyenler arasında farklı görüşlerden ancak hepsinin hikâyesi birbirine benzeyen insanlar mevcuttu. Nasıl olmasın ki? Bir darbe düşünün; 650 bin kişi gözaltına alınmış, 230 bin kişi yargılanmış, 50 kişi asılmış, 200 dolayında insan gözaltındayken işkence yapılarak öldürülmüş. Böylesine bir “insanlık suçuna” karşı verilecek tepkinin büyük olması doğaldı.



Göstermelik zafer

Ancak doğal olan bir başka şey de şu sorunun cevabının aranmasıydı; “Yargılanan gerçekten 12 Eylül mü?”



Liberallerin, muhafazakârların ve “yetmez ama evet” diyenlerin zafer çığlıklarını anlarım ama bizim için gerçek tam anlamıyla böyle değil. Değil çünkü yargılama olgular üzerinden değil sadece “tarih” ve “kişiler” üzerinden yürütülüp bir “zafer” olarak sunuldu, hala da sunuluyor. Sadece 12 Eylül tarihini ve mimarlarını yargılayıp darbeye yol açan süreçteki “pislikleri” ve darbe sonrasında izlenen politikaları yargılamadan elde edilecek tek şey sadece “göstermelik bir zaferdir.”



Propaganda malzemesi olarak 12 eylül

“Darbecileri yargılamak” 12 Eylül referandum sürecinin en “hit” dillerden düşmeyen sloganıydı. Sözüm ona statüko yok edilecek, sivil bir uyanış darbecilerden hesap soracaktı. Hiç değilse mevcut durumdan daha kötüye gitmezdik. Öyleyse yetmezdi ama yine de “evet” idi! Peki referandum sonrası başlayan yargılama yani göstermelik zafer kimlerin elinde oy deposu olarak koza çevrilmek istenmektedir? Sanırım sorunun cevabı grup konuşmalarında “Bize yapamaz diyenler şimdi mahkeme kapısında sırada bekliyor” açıklamalarında bulunan Erdoğan’da gizli. Evet, bir başka darbe olan 12 Eylül referandumu ile başlayıp elden ayaktan düşmüş iki paşayı yargılamayı amaçlayan süreci AKP doğal olarak kendi lehine çevirmeyi deneyecekti. Doğal olmayan kendinin varlık sebebi olan 12 Eylül darbesini AKP iktidarının yargılamasını beklemektir.



Şanslı gençler

12 Eylül konusu ne zaman açılsa aklıma hep Erdoğan’ın medyada pek fazla yer bulmayan, bir özel üniversitenin mezuniyet töreninde söylediği trajikomik sözler gelir: “Bugün mezun olan siz öğrencilerimiz ortalama 22 yaşındasınız. Sizler, çok şükür 12 Eylül müdahalesini görmediniz, yaşamadınız. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında, üniversite gençliğinin, özellikle bizlerin yaşadığı çileyi, acıyı sizler yaşamadınız. Belki bunları okudunuz, belki bunlar sizlere anlatıldı ama biz, sizlerin o tür atmosferleri yaşamamanız için azami bir hassasiyet içinde olduk.”



Yani başbakan, 10 yıldır giderek artan bir faşizm ortamında yaşadığımız halde öğrencilerin gözünün içine baka baka 12 Eylül benzeri olayların yaşanmaması için, sizin için elimizden geleni yaptık diyor! Acaba rüya olabilir mi diye bir an düşünmedim değil hani. Sonra aklıma Freud’dan beri bilinen o ünlü saptama geldi. Bilinenin aksine rüyalar uykuyu sekteye uğratan bir sürecin elemanı değil, uykunun devamını sağlayan bir olgudur diyordu bu tespit. Belki de “hayaldi gerçek oldu” sloganları ile ancak “rüyamızda görebileceğimiz” içinde bulunduğumuz süreç ve gözler önüne serilen tüm gerçeklere rağmen, kendi kendini yalanlayan söylemlere rağmen devamında ısrar edilen “kıyamet uykusu” bu sebeptendir. Artık öyle bir noktaya geldik ki 12 Eylül’ün bir ürünü olan AKP, ikinci bir 12 Eylül ile kendini doğuran sürece savaş açtığını söyleyebiliyor



12 Eylül’ü anlamak AKP’yi anlamaktır

Oysa 1980’den bu yana 32 yıl geçmesine rağmen AKP ile değişen sadece aynı oyunun değişen figüranlarıdır. Dolayısı ile değil darbecilerle hesaplaşmak yapılan şey sadece ağızlara sakız edilen “askeri vesayetin sivil vesayete” dönüştürülmesidir.



AKP’nin aslında 12 Eylül sürecinin devamını sağlayan, maske değiştiren bir figür olduğu gerçeğini “yapılanlar yapılacakların teminatıdır” formülü ile çözebiliriz. Zira 12 Eylül’ü anlamak AKP’yi, AKP’yi anlamak 12 Eylül’ü anlamak demektir. Birbirine ayna tutan aynı sürecin iki elemanıdır anlatılanlar. Örneğin 24 Ocak tekelciliğini anlamak ancak AKP’nin günümüzdeki piyasacı reformlarına bakarak sağlanabilir. 12 Eylül sonrası kendilerini anayasa ile güvence altına alan darbecileri anlamak ancak 30 yıl sonraki bir başka 12 Eylül’de, yapılan referandumla kendini güvenceye almaya çalışan AKP kadroları ile anlaşılabilir. Darbe sonrası ortaya çıkan bir aktör olarak Özal’ın, önünü açmak için elinden geleni yaptığı cemaatleri, din olgusu üzerinden yapılan popülist söylemleri ve resmi devlet ideolojisi haline gelmiş milliyetçi-muhafazakar yapıyı ancak bu süreç içinden geçmiş ve eğitilmiş kadroların bugün bulunduğu konuma bakarak anlayabiliriz. AKP’nin tüm seçim afişlerinde sürekli “gelenek” olarak benimsedikleri Menderes-Özal-Erdoğan portreleri bu bağlamda şaşırtıcı değildir.



Geldiğimiz nokta bize açıkça gösteriyor ki 12 Eylül’den farklı bir baskı ortamı altında değiliz. Maazallah(!) darbe sürecinin oluşturduğu olumsuz koşullar bir daha yaşanmasın diye her türlü önlemi alan AKP, aslında devlet eli ile faşizmin doruklarında gezerken, bunu askeri vesayete karşı, statükoya karşı bir savaşmış gibi göstererek meşrulaştırma çabası içine girmektedir. Öyle ya, bir tarafta “babalar gibi satılan” kurumlar ve her geçen gün artan işsizlik, yoksulluğun toplumun büyük bir çoğunluğunda uyguladığı baskı, açlıktan ölen bebekler, çocuğuna kahvaltı hazırlayamadığı için intihar eden ya da kayıt ücretini ödeyemediği için okulda hademelik yapan annelere rağmen yükselen kişi başı milli gelir, güçlü ekonomi ve lider ülke Türkiye nutukları! Diğer tarafta darbe döneminin 3 katından fazla, yani 100’ün üzerinde tutuklu gazeteci, 2000’in üzerinde tutuklu öğrenci.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz!

Sadece bu kadarı bile AKP’nin 12 Eylül’ü yargılayamayacağını anlatmaya yeter ancak sonuç niyetine konuyu nedenleri ile özetleyelim.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Darbeler ile yüzleşmek sadece iki paşayı mahkemeye çıkarmakla değil darbenin asıl amacını ortadan kaldırmakla olur. Neoliberal politikalara yöneliş, kapitalizmin ahtapot kollarına sarılış ve emperyalizm işbirlikçiliği göz önüne alınmadan darbeler ile yüzleşilemez. Darbenin mimarı paşalar CIA ve ABD ile eşgüdümlü çalışıyorlardı. İşte o gün “Bizim çocuklar başardı” diyenlerle işbirliği yapanlardan bayrağı AKP ve cemaat almıştır. Bu “mutualist” birliktelik öyle noktalara gelmiştir ki cemaat ABD seçimlerinde, başkan adaylarına, seçim yardımı adı altında yüz binlerce dolar bağış yapabilmektedir!



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Darbe sonrası Kenan Evren’i cennetlik ilan eden kişi ile bugün yüksek yargıyı kadrolaşma sonrası büyük ölçüde ele geçiren cemaat lideri aynı kişi! Üstelik darbeye giden yolda tetikçi olmuş birçok kişi malum “hocaya” yakınlığını bildirmekte çekinmemişti.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Darbe döneminde solun üzerinden silindir gibi geçen, sınıfı ezen, örgütleri, sendikaları alaşağı eden sistem bugün özelleştirme politikaları ile, işçi haklarının tırpalanmasıyla, emekçiye “grev hakkından yoksun” sendikalaşma önermesiyle sürmekte.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; 12 Eylül zamanında “Bugüne kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” diyenler varken bugün de göçük altında kalan işçiler için “güzel öldüler” diyen bakanlar, tersanede hayatını kaybeden emekçiler için “önlemlerini alsalardı ölmezlerdi” diyen valiler, kendini eleştiren çiftçiye “ananı da al git” diyen bir başbakan var!



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Darbe sonrası kendilerini yasalar ile korumaya alan paşaların yaptıklarını bugün AKP de yapmaktadır. 12 Eylül referandumuyla üstelik “darbecilerle hesaplaşacağız” nidaları eşliğinde asıl amaçları olan yargıyı istedikleri gibi şekillendirmiş, bu sayede “çelik bir zırh” elde etmişlerdir.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Sonuna kadar bataklığa batmış kamu görevlilerini koruma ve kollama iç güdüsü hala devam ediyor. MİT yasası bunun en güzel örneğidir.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Darbe gibi bir “insanlık suçu” işleyen paşaları yargılamak, Sivas’ta insanları diri diri yakarak bir başka insanlık suçu işlemiş canilere “avukatlık” yapanların harcı değildir!



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Kitapların okunmaktan ziyade yakıldığı 12 Eylül dönemini aratmayacak şekilde basılmamış kitaplar suç unsuru sayılıyor. KCK iddianamesinde adı 232 kere geçen “Marx” ve eserleri yine suç unsuru taşıyan deliller arasında yer aldı.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; Darbe sonrası tasarlanmaya çalışılan “milliyetçi-muhafazakar” insan protipinin yerini “dindar nesil” almış durumda.



AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz çünkü; 12 Eylül eseri birçok kurum bugün şekil değiştirerek hala varlığını sürdürmekte. Sıkıyönetim mahkemelerinin yerini özel yetkili savcılar devraldı. Bir başka darbe ürünü olan YÖK ve yüzde 10’luk seçim barajı AKP tarafından kullanılmakta. Belki artık Diyarbakır Ceza Evi yok ama “Uludere” ve “KCK” var!



Son söz: 12 Eylül AKP ile devam ediyor!