7 Haziran 2015 tarihinde Türkiye seçmeni, Cumhurbaşkanı makamında oturan Recep Tayyip Erdoğan'nın partisi AKP aracılığıyla yaşadığı 13 yıllık saltanatına bir reklam arası verdi.

Seçmen (farkında olmasa da) yaptığı oy tercihi ile bir çok artı ve eksileriyle Türkiye'ye has olan parlamenter domokrasinin Türk siyasi gelenek, görenek, birikim, devlet yapısı ve özellikle de içinde bulunduğu coğrafi konumu itibari ile çok daha yerinde bir rejim olduğunun altını çizdi.

1923 yılında kurulan, işgalci güçlere karşı „Ya İstiklâl, Ya Ölüm“ şiari ile başarıyla verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı ile inşaa edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hem kuruluş aşamasında ve hem de devletleşme sürecinde bertaraf etmesi gereken bir çok siyasal, ekonomik ve toplumsal olaylar ve gerici iç ayaklanmalarla karşı karşıya kaldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunu ve kuruluş felsefesini hazmedemeyen işgalci güçler, ülke içinde devşirdikleri yerli işbirlikçileri ile, yeni kurulan devleti büyümeden çökertmeyi hedefliyorlardı.

Bu hedeflerine nihayet RTE ve etnik milliyetçilerin öncülüğünde 7 Haziran 2015 tarihli milletvekilliği genel seçimleri ile son noktayı koyacaklarını hesaplıyorlardı. Bundan dolayı 7 Haziran 2015 tarihli seçim, aynı zamanda parlamenter demokrasi ile onu ortadan kaldırmayı hedefleyen çeşitli güç odakları ve yandaşlarının verdiği destekle giderek daha da güçlenen dinci ve siyasal İslamcı „Türk Usulü Devlet Başkanlığı“ arzusunda olan Erdoğan arasında geçen bir seçim idi.

„Türk Usulü Devlet Başkanlığı“ demek, parlamenter demokrasi yerine, tek kişi diktatörlüğüne dayalı „Ortadoğu Tipi Devlet Başkanlığı“ demektir. Bu tür rejimlerin en tipik temsilcileri ve akıbetlerine verilecek örnekler arasında Muammer Kaddafi, Saddam Hüseyin ve Hüsnü Mübarek ilk akla gelenlerdendir. Dolaysıyla Türkiye’nin siyasal rejimi olan parlamenter demokrasisi yerine „Türk Usulü Devlet Başkanlığı“ hedefine ulaşmak uğruna Türkiye´de bir iç savaşı dahi tetikleyen RTE´nin akıbetinin de özendiği „Ortadoğu Tipi Devlet Başkanları“ nın sonu gibi olması büyük bir ihtimal dahilindedir.

Bu hazin son RTE açısından elbette bir kader değildir, ama siyasal gelişmeler ve oluşumlar Türkiye gibi dini inancı siyasal amaçlı kullanmanın ve suistimal etmenin çok yaygın olduğu ülkelerde ortaya çıkan tablo hiç de „Ortadoğu Tipi Devlet Başkanları“ nın sonunun RTE´dan neden farklı olamayacağını netleştirmeye fazlasıyla yetmektedir.

Öte yandan parlamenter demokrasiyi 1 Kasım 2015 tarihinde son kez oylamaya götüren süreç, hiç kuşku yok ki Türkiye açısından büyük bir çalkantının (iç savaş demeye dilim varmıyor) ve bu sürecin baş sorumlularının (AKP +PKK+ Cemaat) Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mevcut anayasal rejimi ile de tarihi bir hesaplaşmasının başlangıcı olacaktır. Keza RTE 15 Ağustos 2015 tarihinde yaptığı „ister kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir" açıklaması ile bilinen bu gerçeği itiraf etmek durumunda kalmıştır.

RTE’ın bu nihai siyasi hedefine ulaşması durumunda Türkiye’de yandaş olmayan her birey, her kurum ve kuruluş darbe dönemlerinde bile yapılmamış baskılara ve yaptırımlara maruz kalarak Kenan Evren'i 'mum ile' arayacaktır.

Parlamenter Rejimi oylamaya götüren süreç, Mustafa Kemal Atatürk'ün yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti devletini bir bütün olarak oylamaya sunan mantığın dışa vuruş şeklidir. „Açılım“ ve „demokratikleşme“ süreci denen yapay kavramların içeriğinin ne olduğu 1 Kasım 2015 tarihli sözde „erken seçim“ sonuçlarında ve buna göre verilecek oyların renginde gizlidir!

1 Eylül 2015

1 Eylül Dünya Barış Günü´nün başta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmak üzere, dünya halklarına daha fazla barış ve huzur getirmesini diliyorum.