1923’ de kurulan Türkiye Cumhuriyeti  Devleti; yürürlükteki anayasası gereği  temsil görevi olan Cumhurbaşkanı ve milli iradeyi temsilen görev yapması gereken ‘Türkiye Millet Meclisi’ tarafından değil de, sanki Londra, Paris, Berlin, Brüksel yada Washington D.C. (Vaşington Kolombiya Bölgesi) tarafından idare ediliyormuş gibi bir görüntü sergilemektedir. 2015 yılının Türkiye tablosu, işgal altında olan bir ülkenin hazin durumunun görürdeki fotoğrafıdır.

Hatırlanacağı üzere Recep Tayyip Erdoğan, (RTE) başını ABD’nin çektiği sömürgeci Emperyalist sistemin, Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasındaki emellerine uygun olarak planlanmış olan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ‘Eşbaşkanı’ görevi olduğunu bizzat kendisi meydanlarda haykırdı. Dolaysıyla RTE’in üstlendiği bu rol ve görev dikkate alınmadan, ne 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da gerçekleşen katliamın neden ve sonuçları ve ne de 1 Kasım 2015 tarihli genel seçimlerin doğuracağı sonuç hakkında söylenen ve yazılan hiç bir sözün ağırlığı olacaktır.

Ankara'da 10 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilmek istenen 'Barış Mitingi' dolaysıyla yapılan katliam, RET’ın BOP adına üstlendiği ‚Eşbaşkanlık‘ görevi ile uyum içindedir. BOP’un önemli hedeflerinini başında ise, Türkiye’nin üniter yapısı gereği ‘milli iradeyi temsil’ eden parlementer demokrasi yerine adına ‘Başkanlık’ denen bir siyasi ucubeyi ikame etmek ve böylelikle ‘ulus devlet’ yerine, bir ulusu etnik yapı ve dinsel inançlarına göre ayrıştırıp parçalamak ve ortadan yok etmeyi hedeflemektedir.

Unutulmamalı ki, Emperyalist siystem, şu ana kadar bir‚’Türk ulusu‘nun varlığını hiç bir zaman kabullenmedi. ‘Türk ulusu’ Batı nazarında hiç bir zaman ‘medeni düyanın eşit bir üyesi’ olarak kabul görüp ona göre bir muammeleye tabi tutulmadı. Batı ve BOP ‘Eşbaşkanı’ RTE, Atatürk ve silah arkadaşları tarafından Emperyalizmin açık işgaline karşı başarıyla verdikleri ilk ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’ ile elde edilen zafer sonucu kurulan laik Türkiye Cumhuriyeti’ nin varlığını kabül etmediği gibi, bir ulus devleti olan (bir çok yanlışlıklarına, eksikliklerine ve çarpık uygulanalarına karşın) bu cumhuriyeti yıkmak ve yıktırmak için de yakın işbirliği içinde olmadığı hiç bir kesim kalmadı.

Yıkmak istediği Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm nimetlerinden faydalanarak Cumhurbaşkanı dahi olan RTE, laik Cumhuriyetin tüm  yurttaşlarına armağan ettiği parlamenter demokrasi yerine ‘dinci faşizmi’ inşaa etmek için, her türlü kirli plan, oluşum ve ittifak içinde rahatlıkla yer alabilmektedir.

1 Kasım 2015 tarihinde Türkiye Cumhuriyetinini siyasi rejimi olan parlamenter demokrasi, yani ulusun eğemenliğine dayalı olan rejim oylamaya sunulmaktadır. RTE, sözde ‘Ilımlı İslam’ ın dinci, ayrıştırıcı ve kine dayalı bünyesine denk gelebilecek şekilde dizayn etmek istediği bir siyasi ucubeyi, yani ‘Başkanlığı’nı elde edinceye kadar devletin tüm imkanlarını sonuna kadar kullanacaktır. Bu kirli emeline ulaşmak için bir iç savaş dahil, her türlü kirli oyuna başvurmaktan kesinlikle vaz geçmeyecektir. Dolaysıyla RTE sadece Türkiye için değil, aynı zayamda tüm Ortadoğu için en büyük tehlikedir. Bu tehlike bertaraf edilmeden Türkiye’de ne bir iç barış mümkün olacak ve ne de din ve inanç sömürüsü son bulacaktır. Oysa Ortadoğu ve Türkiye’nin en acil ihtiyacı ise iç barış sağlamak ile mezhepsel eksenli iç ve dış politikaya son vermektir.

Öte yandan, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin nimetlerinden sonuna kadar yararlanarak ‘kansız’ bir şekilde iktidar olan RTE liderliğindeki ‘siyasal islam’, siyasi iktidarı, ‘siyasal islam’ın  fıtratına uygun olarak ‘kansız’ olarak kesinlikle terk etmeyecektir. Dolaysıyla 1 Kasım 2015 tarihinde RTE’ın güdümünde olan AKP, parlamentoda tek başına çoğunluğu sağlasa dahi, Türkiye’yi Edirne’den Ardahan’a kadar kana bulamadan ‘Başkanlığını’ ne kurabilecek  nede yaşatabilecektir.

 Dolaysıyla demokrasilerde siyasal tıkanıklığın aşılmasında çoğu zaman bir çare olarak görülen sandık, yani seçime gitme, ‘milletin oyunu onayını alma,Türkiye gibi demokrasisi  ve demokrasi kültürü nerdeyse hiç olmayan bir ülkede, parlamenter rejime soluk aldıracak ve kurumlaştırarak yaşatmada çare değil ‘dinci faşizmi’ meşrulaştırmanın bir aracı olarak görülmekedir. Bu gerçekten dolayı, 1 Kasım 2015 tarihili seçimle AKP’nin parlamentoda tek başına hükümeti kuramayacak bir sonuçla karşılaşması durumunda, (ki öyle de olacaktır) RTE Türkiye’yi iç savaştan da daha çok daha kötü bir sürecein içine sürükleyecek ve bu durumda Edirne’den Ardahan’a kadar bir çoğumuzun belleğinde tazeliğini koruyan ‘Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak’ (
https://www.youtube.com/watch?v=r2LgU9C4hVc) diye başlayan ağıtın çığlığı dalda dalga yükselecektir.

Münih, 17 Ekim 2015